Türk eğitim sisteminde alışılagelen bir adet vardır; her yeni gelen yönetim, adeta geçmişi bir devri sabık ilan edercesine, selefin inşa ettiği düzeni yıkma arzusuna kapılır.
Mevcut olanı tahkim etmek yahut üzerinde iyileştirmeler yapmak yerine, baştan aşağı yeni bir müfredat, yeni bir sınav sistemi getirilir. Bu döngü her defasında eğitim alanını bir nevi deneme tahtasına çevirir.
Son yirmi iki yılın istikrar gösteren bir alışkanlığı da, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı'nda görev yapan yöneticilere kısa bir ömür biçilmesidir. Seçim olsun olmasın bakanlar da kadroları da en fazla birkaç yıl görevde kalır . Bu yüzden öğrenciler alelacele, yeterince test edilmeden hazırlanan eksik ve hatalı sistemlere mahkumdur.
SBS, TEOG, LGS...
ÖSS, YGS-LGS, YKS...
Öyle ki, “şimdiye kadarki en iyi sistem” olarak tanıtılan her yenilik, uluslararası öğrenci değerlendirme programlarında Türkiye’yi bir adım geri götürmekten başka bir sonuç vermez.
Hadiseye yalnızca siyasi bir zaviyeden bakmak yetmez. Biyoloji müfredatından evrim teorisinin çıkarılması veya son on yılda İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci sayısının iki katına çıkması ideolojik saiklerle izah edilebilir. Lakin, matematikte türev ve integral gibi mühim konuların müfredattan kaldırılması ya da pozitif bilim derslerinin içinin boşaltılması, her türlü izahtan yoksundur.
İşin teorik kısmındaki bu eleştiriler bir yana dursun, pratikte bizi çok daha vahim bir tablo karşılar: mevcut sistemin vasat ve yoz yapısına dahi ekonomik sebeplerle erişemeyen milyonlarca öğrenci…
Günümüzün gerçeği şudur: Eğitim hakkı, sadece ekonomik durumu elveren bir azınlığa sunulmuş bir imtiyaz haline gelmiştir.
EHA Gençlik tarafından yapılan bir araştırmada ortalama bir kırtasiye alışverişinin masrafı 3.250 TL’yi aşarken, bir öğrencinin beslenme, ulaşım, giyim ve kitap masrafları, ayda binlerce lirayı buluyor.
Eğer bir veli, çocuğunu şehirdeki sayılı iyi devlet okullarından birinde okutmayı arzuluyorsa, karşısına “bağış” adı altında 60.000 TL’ye varan kayıt ücretleri çıkıyor. Bu ücretlerin, Milli Eğitim Temel Kanunu’ndaki fırsat eşitliği ilkesine açıkça aykırı olduğunu söylemeye bile gerek yok.
Çocuğunuzun bir de ailenin makus talihini yenip iyi bir tahsile sahip olmasını istediğiniz takdirde dershane- özel ders ücretlerini, kitap başı 200 TL’leri bulan soru bankası masraflarını da unutmamak gerek.
Günün sonunda 12 yıllık ilkokul, ortaokul ve lise serüveninin iyi bir üniversite ile noktalanması yüz binlerce liralık bir masrafı da beraberinde getiriyor.
Eğitim günümüzde hiç olmadığı kadar sınıfsal bir hale bürümüş vaziyette. Birçok Türk gencinin kaderi sahip oldukları meziyet ve çalışkanlıkları ile değiştiremeyecekleri cüzdanlara sığdırılıyor. Nice cevherler yoksulluk tozuyla kaplı vaziyette çakıl taşları arasında kaybolup ışığını kaybediyor.
Neticede, bir nesli daha göz göre göre kaybediyoruz.
Bu gidişatı önlemek elbette ki her yöneticinin en elzem görevlerinden biri. Eğitim sistemini rayına oturtmak için iktidar gücü gerekse de her geçen gün artan ve eğitimi doğrudan etkileyen derin yoksullukla mücadelede yerel yönetimler de söz sahibi olabilir. Lakin söz sahibi olmak yeterli değildir.
İçinde bulunduğumuz ahvalde yerel yönetimler söz sahibi olmakla yetinmemeleri gerekir. Keza kılını kıpırdatmayanlara karşı mücadeleyi bir sonraki seçime kadar en ön cephede vermek kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyete bir borçtur.
Sosyal devlet ve sosyal belediyecilik anlayışı gereği başta büyükşehir belediyemiz ve ilçe belediyelerimiz de umarım bu eğitim- öğretim yılında payına düşeni layıkıyla yerine getirir.