2017 Cumhurbaşkanlığı Referandumu'nun üzerinden geçen yedi yıl, Türk siyasetinin dinamiklerine derinden tesir etmeye devam ediyor.
Yüksek yetkilerde donatılmış cumhurbaşkanlığı makamını yüzde elli artı birle kazananın her şeye muktedir olduğu gerçeği, çeşitli ittifaklarla mecliste çoğunluğu sağlayabilenlerin dahi cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamadığı takdirde siyaseten etkisiz konuma düşeceği bir denklem yarattı.
Bu denklem ise Amerikanvari çift kutuplu siyasetin marş motoru oldu.
Bu sistemde, iktidara gelmek için her şeye sahip olma zorunluluğu, seçim sonrası koalisyon oluşturma ihtimalini sistem dışı bıraktığı gibi, siyasi partilerin görece düşük oy oranlarıyla pazarlık oyunlarına girmeden siyasette var olabilme şansını da ortadan kaldırdı.
Bundan ilk nasibi alan ne yazık ki milliyetçiler oldu. Sekülerlik-mütedeyyinlik" ya da "devletçilik-piyasacılık" gibi farklı ideolojik ayrışmalara rağmen milliyetçilik çatısı altında birleşebilen kitleler, yeni sistemle ikiye bölündü.
2023'e kadar Ümit Özdağ'ın da kendi siyasi yapısını kurmasıyla çift başlılık çok başlılığa dönüştü.
Çift kutuplu siyaset tam da bu noktada milliyetçi oylarını "geçici olarak" barındıran siyasi partilere bir fırsat yarattı. Pazarlık fırsatı.
İYİ Parti ve MHP siyasetin iki ana kutbu AK Parti ve CHP yanında yer alırken Zafer Partisi son dakikaya kadar seçmenini bir koz olarak elinde tuttu ve sonradan anlaşacağı üzere "alavere dalavere" usülü bir pazarlığa girişti.
Akabinde yaşanan malumunuz. "Kandil dağı, domuz bağı" denilerek çıkan yolda eleştirilen her iki tarafla da farklı aktörler aracılığıyla çeşitli motivasyonlarla pazarlığa girişildi ve milliyetçiler birbirlerine karşı kışkırtıldı.
Tüm bu yaşananlar sonucu her ne kadar devlet kademelerinde teşkilatlansa dahi hür siyasi hareket kabiliyeti kısıtlanmış bir MHP, oyları erimiş söylem yaratma etkisini kaybetmiş İYİ Parti ve gündelik tartışmalarda zaman zaman öne çıksa bile marjinalleşmekten geri duramamış bir Zafer Partisi ile karşı karşıyayız.
Geçtiğimiz on yıla kadar kol kola yürümeye alışık; Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısının tehdit edildiği her durumda fikir ayrılıklarına rağmen bir arada durmayı başarmış Türk Milliyetçileri kendi aralarında kanlı bıçaklı hale gelmiş durumda.
Kimi uzmanlarca çeşitli hamlelere ve ideolojik ayrışmalara yorulsa da aslında kriz bir sistem krizi. Yaşanan ayrışma çift kutuplu siyasetin tabii bir sonucu.
Peki ne olacak?
Türk Milliyetçiliğinin ister mütedeyyin ister seküler kanadında saf tutan aktörleri zamanın doğal işleyişinde güç kaybetmeye devam edecek. Bu gidişatı ne liderlerin değişimi ne de Yavuz Ağıralioğlu gibi yeni siyasi aktörlerin palazlanması durduramayacak.
AK Parti, milliyetçileri kendi potasında eritme sürecini yıllar önce başlatmıştı. CHP'de ise bu engel Kemal Kılıçdaroğlu gibi kimliğinden ötürü kimilerince azınlık siyasetçisi atfedilen bir figürün lideriliği bırakmasıyla ve Özgür Özel'in "cam tavanı kırma" iddiasıyla ortadan kalkmış durumda.
Türkiye'nin geleceği adına şunu söylemek mümkün. Milliyetçi siyaset tıpkı ABD'deki Cumhuriyetçi Parti- Demokrat Parti örneğinde olduğu gibi Ak Parti- Cumhuriyet Halk Partisi potasında eriyecek.
Kendini seküler olarak sınıflandıran, ulusal kimliği mütedeyyin kimliğine ağır basan milliyetçiler CHP içinde, geleneksel- muhafazakar kimliği ağır basan milliyetçiler AK Parti içinde zamanla eriyecek.
Ana akım siyasi partilerin de pazarlıklarla zaman kaybetmek istemeyişi, ittifakların toplum nezdinde kendi olağan akışında tamamlanabileceğini 2024 Yerel Seçimlerinin göstermesi de bu işin en büyük delaletlerinden.
Peki ne yapmalı?
Anahtar: "Koz değil etki siyaseti."
Kendini nasıl tanımladığı fark etmeksizin kendini Atatürkçü, ulusalcı, ittihatçı, ülkücü her milliyetçinin aktif siyaset yaptıkları alanlarda kendilerini güçlendirmesi oldukça mühim. Okumalar yaparak entelektüel altyapılarını güçlendirmesi, masanın sağ tarafında teşkilatlanıp sol tarafında örgütlenmesi, kısaca kendi siyasi partilerinin kararlarına etki edebilecekleri pozisyonlara gelmeleri oldukça mühim.
Milliyetçiler, gündelik siyasi magazinine figuranlık yapmadan ulusal bütünlük, üniter yapı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı gibi tartışmaya kapalı hususlarda kamuoyunda konsensüs yaratma misyonunu üstlenmelidir.
Bu süreçte çift kutuplu siyasetin değişmediği bir düzende, milliyetçiliğin yeni biçimi, siyasetin arka planında etki eden ve yönlendiren bir gizli el olarak kalacaktır. Milliyetçilerin, sistemin içindeki bu ince dengeyi anlaması ve güçlerini bu yapıya entegre ederek sürdürmesi, Türk siyaseti açısından hayati bir önem taşımaktadır.