Türkiye'de bugün sendikacılığın altın çağlarını yaşamadığı, günümüzde oldukça bariz olan durumlardan bir tanesi. Bugün Türkiye'de sendikacılık çökme noktasına geldiyse bunun sebebi işçi sınıfının güç kaybetmesidir.
Ya da uygulanan politikalarla işçi sınıfına bile, isteye güç kaybettirilmesidir. Elbette uygulanan politikalara karşı direnemeyen işçilerin de bugün gelinen noktada bir miktar suç payı var demek yanlış olmaz. Ancak asıl suçlular sermaye odakları ve "sarı sendikalar" olarak tabir ettiğimiz işveren yanlısı, patron denetimli sendikalardır. Bunların yanında benim tabirimle sararan sendikalar da Türkiye'de gelinen noktada payı olan diğer unsur diyebilirim. "Sararan sendikalar" aslında işçiden yana gibi görünen, ya da geçmişte gerçekten işçinin yanında olan ancak şu anda sadece ismi kalan ve yine sermayenin uşağı olmuş sendikalar olarak tanımlayabilirim. Bir de işçi olduğunun farkında bile olmayan lümpen proletarya var...
Öncelikle Türkiye'de sarı sendika kavramının ortaya çıkmasına neden olan unsurları incelemek lazım. Eğer bir ülkede sarı sendikalar yoğunsa bu ülkede neo-liberal politkalar artık eksene tamamen oturmuş demektir. Bir ikincisi, beden işçisi ya ağır işlerde çalışan işçiler dışında kalan ve kendilerini işçi sınıfına sokmak istemeyen, beyaz yakalı veya hizmet sektöründe çalışan ya da freelancer gibi süslü kelimeler bulup bu sıfatla işçilik yapan, lümpen proletaryanın sermayenin elini güçlendirmesi de gelinen noktayı açık şekilde özetliyor. Burada kendime, kendimize de bir özeleştiri yapmak istiyorum.
Fabrikada çalışan işçi hak ettiğini alamasa bile en azından bir sendika yapısı ile korunuyor. Yani korunuyor diyelim. Maaşı, hakları vs. gibi konular ile ilgili gidebileceği, şikayette bulunacağı bir oluşum var. Bu oluşumların işçiden yana olmadığı muhakkak ama en azından yasal haklarını kullanmak için bir zemin hazırlıyor. Fakat beyaz yaka, hizmet sektörünün bir kısmı, finans sektörü, fikir işçiliği daha aklıma gelmeyen birçok alanda insanlar bırakın iyi maaşlar almayı sigortasız çalışıyorlar. Yani bir fabrika işçisi dışarıdan daha zor bir hayata sahip gibi görünse de (-ki zor gerçekten) bunun yanında plaza işçileri ya da lüks hizmet sektöründe çalışan, dışarıdan bakınca hayatı çok daha iyi görünen kesim sefalet içinde sürünüyor. İstisnalar elbette kaideyi bozmaz, bu durumda olmayan çalışanlara diyecek sözüm yok. Ancak Türkiye'nin son yıllarda derin bir yoksulluk içine doğru sürüklendiğini de hesaba katarsak ülkede rahatı yerinde olan maaşlı çalışan sayısı çok da fazla değildir.
Konuyu biraz dağıttım gibi görünebilir ancak; varmak istediğim noktaya gitmek için her alana temas etmek gerektiğini düşünüyorum. Şimdi biraz toparlarsam;
1. Emekçiler yani toplumun en alt çalışan sınıfı görünen işçiler sarı sendikalara mecbur bırakılmış durumda. Bu sendikalara üye olmayanlar birçok yerde işten atılıyor. DİSK gibi sendikalar halen işçinin yanında olsa da bu sendikaların da etkinliği çok azalmış durumda. Bazı sararan sendikalar da işçileri arakalarından vurduğu için emekçi kesim için "sarı sendikalar" artık mecburi durak olmuş diyebilirim.
2. Lümpen proletarya içinde yer alan ve kendine işçi sıfatı takmak istemeyen işçiler ise bu neo-liberal düzenin ülkenin tüm damarlarına sirayet etmesinde en büyük suçlulardan biri. Daha kendi haklarını savunamayan, kağıt üstünde sendikalar kurup ya da hiç sendikal oluşumlara girmeden devasa binalarda, süslü elbiseler ile çalışan insanlar işçi sınıfının bu denli zayıflamasında başrolde. Başrolde olan bir diğer oyuncu da sıkça dile getirdiğim gibi sendikalar.
Bilişsel düzeyi yüksek, eğitimli, sosyal hayatta daha aktif ve kişilik haklarını savunma konusunda daha mahir görünen beyaz yakalı işçiler kendi haklarını savunmaktan bile aciz duruma geldiği için alt kesimdeki işçilere bu sendikaların dayatmalar yapması çok daha kolay oluyor. İşçiler birlik olamıyor. Birlik olamadığı gibi birbirlerini beğenmiyorlar. Kime karşı peki? Patronlara...
Ülkede o kadar çok kraldan daha kralcı insan var ki bu düzeni değiştirmek için bu dalkavukların azalması için işçi sınıfının birleşmesi, örgütlenmesi ve bilinçlenmesi gerekiyor. Ben de bir işçi olarak sınıfsal mücadelede çok fazla eksiğimizin olduğunu ve bu durumu değiştiremediğimiz takdirde yaşam şartlarımızın asla iyileşmeyeceğini düşünüyorum.
Bir de bu sendikalar ah bu sendikalar. Sarısı ayrı dert bir de sararanlar var... Bunların başına üşüşen akbabaların da artık değişmesi, sendikacılığın yeninden eski görkemli günlerine kavuşması için mücadele vermek gerekiyor. Yoksa kağıt üstünde bir sendikaya üye olmanın kimseye bir faydası yok.
1 Mayıs'ta meydanlara gitmek iyi, güzel, hoş... Ayrıca gereklilik de. Ancak mücadele sadece alana inip iki tane slogan atmakla olmaz. Mücadele hukuksal olur, hak arayışıyla olur, düzenin adamı olmamakla olur.
Tüm gerçek emekçilerin 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı şimdiden kutluyorum.
Herkese sevgiler, saygılar. İyi hafta sonları diliyorum.