Carl Gustav Jung analitik psikolojinin kurucusu olarak kabul edilen İsviçreli bir psikiyatrdır. Bilim çevrelerinde psikanalizin kurucusu Freud kadar itibarlı bir bilim insanıdır. Marie Louise Von Franz gibi yine alanının önemli isimleri Jung ile uzun süreli çalışmışlardır. Carl Jung, Kolektif Bilinçdışı tezini ve analizlerini ortaya koyduktan sonra yarattığı ekol onun görüşleri hem psikoloji hem de sosyoloji alanlarında önemli etkiler yaratmıştır. Buradan türeyen Marie Franz’ın da eserlerinde değindiği Kolektif Kötülük kavramı veya kuramı günümüzde bazı vakaların genel tanımını yapmamız adına maalesef doğru olacaktır. Çünkü gündemimizde yerel veya genel meydana gelen olaylara tanı koyabilmek ve yüzleşebilmek için buna ihtiyacımız vardır.
Günümüzde belli odaklar veya olaylar için kullanılan yozlaşma, çürüme, organize suç, organize yolsuzluk ve çok daha fazlasını aslında kapsayacak şekilde tanımlayacak olan tanı kavramı Kolektif Kötülüktür. Bu tanı bazı düşünen çevreler için giderek benimsenen bir yaklaşım haline gelmektedir. Bugün, ekonomik kriz, terör olayları, değişken ve tutarsız siyasi çalkantılar, kaçak sığınmacılar, gibi hayatımıza sirayet eden genel ölçekte unsurlar yanında; kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, bebek cinayetleri, mafya infazları, sokak hayvanları cinayetleri, bireyselden kitlesele dönen şiddet olayları gibi sosyal tabiatımıza birey ölçeğinde hasar veren unsurlara şahit olmaktayız.
Bütün bu kaosa şahit olurken bir yandan da toplumsal özgüveni sarsacak düzeyde etik çöküntüyü tekrar eden hadiseler olarak yaşamaktayız. Trafikteki insan davranışlarından başlayıp, ufak çıkarlarla rant peşinde koşanlara, dolandırıcılık girişimlerine kadar gün içerisinde karşılaştığımız birden fazla hadisede görmezden geldiğimiz onlarca vaka... İş etiki ihlali, sosyal ilişkiler etiki ihlali, ortak yaşam etiki ihlali, siyasi etik veya dini etik ihlali gibi türetilebilecek birçok konu başlığında gerçekleşen vakalar nedeniyle, olması gereken normlara uyum sağlayan yurttaşlar olarak; birey ve toplum yabancılaşmasına birkaç adım uzaklıktayız.
Bu belki de bir öznel gözlemdir ancak birçok nesnel gerçekleşen vaka bunu desteklemektedir. Memlekette Kolektif Kötülük bir hastalık olarak belli başlı alan ve odaklarda kendini göstermektedir. Bu nedenle felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarındaki yetkin kişilerin devlet iradesi öncülüğünde elini daha fazla taşın altına koymasına şiddetle ihtiyaç vardır. Devletin de bu alandaki çalışmaları faydaya dönüştürme iradesine ihtiyaç vardır. Muhtemeldir ki öne sürülen hukuksal boşluk iddiaları bu kötülüğün yayılmasına cevap olarak gösterilmektedir. Böyle bir boşluk var mıdır yok mudur ve varsa bu kötülük yayılımında etkisi nedir bu da yine görecelidir. Ancak asıl cevap hukuksal boşluk savından azade felsefe, sosyoloji, psikoloji bilimlerinin tanılarında saklı olabilir.
Carl Jung ekolünün ve etkilerinin türevinde tanımlanan Kolektif Kötülük kavramı ve onun alt başlıklarını anlamak için oldukça uzmanlaşmak gereklidir. Friedrich Nietzsche’den başlayarak Carl Jung ve devamında oluşan ekol, felsefe ve psikolojinin iç içe geçtiği bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ekol içerisinden bir damıtma olarak ortaya çıkan Kolektif Kötülük bugün içerisinde olduğumuz birey toplum bozuklukları bakımından elverişli tanı yapmamızı olanaklı kılmaktadır.
Bir uzmanı olmayarak konu ile ilgili çalışmaların tarafımca aktarılmak istenen kısımı özetle şudur. İnsan birey olarak farklı biçimlerde iyiye ve kötüye, olumlu ile olumsuza eğilim barındıran bir canlıdır. Kişiyi ‘gölgesine’ yani kötülüğe sevk edebilecek dürtülerinin üstesinden gelebilmesi için kavram adı ‘persona’ olarak belirtilen kişiliğinin doğru şekilde ehlileştirilmesi gerekir. Bunun için de kişiliğinin diğer yönleriyle iyi ve doğru değerleri donanarak sağlıklı bir kişilik geliştirmesi gereklidir. Aksi durumda kişinin gölge tarafı iç ve çevresel etkenler nedeniyle baskın geliyorsa o kişinin kötü tutum ve davranışları ortaya çıkar. Bu kötü tutum ve davranışlar kişinin bir başkasını veya başkalarını duygusal ya da fiziksel incitme güdüsüyle düşmanlaştırması sonucunu var edebilir.
Kolektif Kötülük belki tamlama bakımından size organize olan bir kötülük algılamasına sebep oluyor olabilir ancak organize bir suç veya zarar verme hadisesinde emir komuta zinciri, iş bölümü ya da ortak amaç ve çıkarlar vardır. Kolektif Kötülük hem bireysel kötülük eğilimli hem de organize kötülük eğilimli olan herkesi kapsayıcı bir tanılamadır. Kişiler birbirinden bağımsız farklı motivasyonlarla benzer sonuçlar verecek şekilde aynı vakalarla tanımlanabilirler. Kadın cinayetleri buna örnektir. Bu cinayetler bireysel ancak kitleselleşen Kolektif Kötülüğe bir örnektir. Diğer bir yandan, organize çıkar amaçlı suç örgütü oluşturarak bebeklerin ölümüne sebep veren ve devleti dolandıran çete üyeleri de Kolektif Kötülüğün tanı kapsamındadır. Daha basit durumlar içinde, örneğin trafikte kurallara sürekli uymayan ya da tehlikeye sebep olacağı bilincinde devamlı hak ihlali yapan birbirinden bağımsız kişilerde Kollektif Kötülüğün parçasıdırlar. Daha da basitleştirirsek, kişiliğinin nezaketsiz, hoşgörüsüz, kabadayı, riyakâr, yalancı, hilekâr, para tamahkarı, koltuk sevdalısı vb taraflarını ön plana çıkaran kişiler de toplum normlarını bozduğundan daha gri alanda olsa bile Kolektif Kötülüğün parçasıdırlar. Kollektif kötülüğü besleyen veya daha gözle görünür olmasını olanaklı kılan sebepler nedir? Hukuksal caydırıcılık göreceli olarak belki bazıları için gerekçelerden biri olabilir ancak bu tek başına bizi kök sebebe götürmez. Kök sebep bireyin kendini gerçekleştirememesi ve yukarıda bahsettiğimiz kendisinin ‘gölge tarafıyla’ daha fazla güdülenmeye açık hale gelmesidir. Kişiliği yani ‘persona’ dengesi; ekonomik koşullar, eğitim niteliksizliği, aile ilişkileri, ideal uyuşmazlığı, başka travmalar vb. birçok nedenle bozuk olabilir. Bu bozukluk nedeniyle gölge tarafı güdülenmeye açık olan birey kötülüğe de daha açık hale gelir. Bu açıklığı kendi otokontrolüyle baskılayacak öz niteliği veya dış baskı yoksa da kötülüğü yapabilir. O kötülüğü farklı tezahürlerde bile isteye yüzlerce, binlerce kişi yapabilir. Kendinden veya aidiyetinden başkasını şeytanlaştırması, suçlu görmesi ya da vereceği zararı göz ardı ederek sadece şahsi çıkarına odaklanması güdülenme için başlıca yeterliliktir. Bazen şeytanlaştırma ve bundan çıkar sağlama güdüsü eş zamanlı işe yarar. Bunun örneğini de yaygın olarak siyasette görebiliriz.
Ülkemizde birçok alanda yaygınlaşmakta olan Kolektif Kötülük ve bu kötülüğü yapan sayısız gölge kişilik ve de bu gölge kişilikleri güdüleyen önemli aktörler ve faktörler mevcuttur. Her ne olursa olsun ne tartışılırsa tartışılsın her şeyin sonu tek bir noktaya bağlanmaktadır. O da eğitimdir. Sadece fizik, kimya, matematik, temel sosyal bilimler dersleri değil ya da okulla sınırlı 21 yaşında biten bir eğitim hayatına sıkıştırılmış bir süreç olarak değil. Sürekli öğrenen ve sürekli dinamik kalacak hem ailede hem de okulda öznitelikleri kazandıracak akılcı ve çağdaş bir eğitimle ancak bu Kolektif Kötülüğün kalıcı olarak üstesinden gelinebilir. İyi olanaklar sağlanabilen, sosyal eşitliğe sahip, kendisini gerçekleştirmeyi başarmış, kendisi ve toplumla barışık, geleceğe dair umutlarını gerçekleştirme ümidi olan, toplumsal yaşamı içselleştirmiş kişilerle Kollektif İyiliği kalıcı olarak baskın hale getirebiliriz. Aksi durumda kısa vadeli, sadece kanunların ve cezaların caydırıcılığı üzerine durmaksızın giderek daha büyüyen sorunları tartışarak belki de bazen kötülüğün etkileneni olarak kendimizi buluruz. Kolektif Kötülük tarihte örnekleri olduğu gibi bir gün tüme etki edebilir. Artık ciddiyetle ve akılla uzun vadeli mücadele edilmesi vakti gelmiştir. Gelecek nesillere bir borç olarak bugün bizim toplumsal ödevimiz budur.