2025 yılına varışımız ile herkes 2024 yılına dair kendi almanaklarını oluşturdu. Hafızasındaki ve vicdanındaki arşive kaldırdı. Bir yeni yılın gelişiyle ona dair hedefler ve bu hedeflere varış için yeni yol haritaları herkesçe oluşturuldu veya oluşturulmaktadır. Bu yol ve yöntemler bireysel, kurumsal olduğu gibi devlet organizasyonu ölçeğinde de yapılır. Geleceğe yön vermek için geçmişin bir muhasebesi illaki yapılmalıdır. Geçmişten günümüze, geniş perspektifte gerek bireysel gerekse kurumsal gerekse de devlet ölçeğinde değerlendirme yaptığımızda; geleceğe yönelik belki de en kıymetli değer zamandır. Zaman tüketimi bakımından hedef sapması olması durumunda en yüksek maliyetle telafi edilebilecek ve hatta kimi zaman telafi edilemeyecek bir kaynaktır.
Ülkeler için zaman ölçeği insan ömrüne odaklanarak değil, kuramsal ve kurumsal ölçütlerle nicel olarak anlamlıdır. Devletlerin yapı taşı olan halkın yaşamsal beşeriyetinin bileşenleri doğrudan bu kurumsal ve kuramsal ölçütleri etkiler. Bu bileşenlerin en önemlileri nüfus ve yaş değişim değerleridir. Türkiye Cumhuriyeti güncel demografik değerleri göz önünde bulundurulduğunda zamanın aleyhine işlediği bir ülkedir.
Ülkemiz enerji üretilebilen doğal kaynaklar bakımından zengin olmasa da bir başka tabii zenginliğe uzun yıllardır sahiptir. Genç nüfus ve sürdürülebilir demografik gelişim aslında her zaman ülkemiz için potansiyel bir kaynak yaratım seçeneği olmuştur. Ancak biz bunu ne kadar değerlendirebilme kabiliyetine sahibiz ve bu kıymetli kaynağı değerlendirmek adına neler yapmaktayız asıl üzerinde durularak sorgulanması gereken budur.
Bugün bu sorgulamaya sebep olan ilk veri TÜİK’e ait 2022 yılında yayımlanan rakamlardır. Buna göre genç nüfusumuzun %24,2 lik kısmı ne çalıyor ne de eğitim alıyor durumdadır. Yani genç nüfusun 4’te 1’i atıl haldedir. Diğer bir veri aynı yıl iş gücüne katılım oranının %43,8 olmasıdır. Yine aynı yıl verilerine göre her 5 gençten 1’i iş aramaktadır. 2022’den 2025’e pek bir şey değişmediğinden yola çıkarsak bugün de tablo farklı değildir. Peki, bu durum genç nüfusun dramatik artışından mı kaynaklanmaktadır diye bir başka soru sorarsak karşımıza ne cevap çıkmaktadır? Cevap hayırdır. Genç nüfus oransal olarak düşüştedir. 2022 yılında %15,1 olan genç nüfus 2025 yıl sonunda yine TÜİK’e göre %14,3’e gerilemiş olacaktır. Yani dramatik genç nüfus artışı neticesinde gençlere alan açılamaması durumu söz konusu olmamıştır. Aksine ülkemiz yaşlanmaktadır. Yani tıpkı petrol gibi genç nüfus da sonsuz bir kıymet arzı sağlamayacaktır. Zamanında doğru ölçekte ve şartlarda değerlendirilmelidir.
İlk kısımda belirttiğimiz geçmişten günümüze bu insan kaynağı kıymetine bir projeksiyonla baktığımızda demografik, ekonomik ve sosyolojik değişimin yansımalarının ne gibi olduğunu ve olabileceğini öngörebiliriz. Bunun için ilk bakmamız gerekenler baby boomer kuşağı ve X kuşağı olarak adlandırılan aile büyüklerimizin mensubu olarak kabul edildiği küresel değişim dönemdir. Oradan günümüze yansıma yaparak bugünkü olası kaybımızı daha net algılayabiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 12 yıl sonrasındaki veriye göre yeniden ayağa kalkmakta olan ekonomisini ve sosyolojisini genç nüfusunun dinamizmi ile güçlendirmeye gayret etmiştir. 1935 yılındaki genç nüfus oranımız %15,1 yani bugünden yüksektir. 1950 yılına gelindiğinde ise bu oran %20,8 gibi yüksek bir eşiğe ulaşmıştır. 2000’li yıllara kadar da %20-%18 aralığında sürmüştür.
Yukarıdaki veriler ve dönem aralığı bizim açımızdan neden önemlidir? 1960 ile 1980 arasında darbeler, Kıbrıs Barış Harekâtı vb birçok çalkantıya; 90’lı yıllardaki iç karmaşa ve teröre rağmen Türkiye’nin 2000’li yıllara değin eğitim, sanayi, ticaret altyapısı özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında doğan ve bu 60’lar ile 80’ler arası dönemin genç nüfusunun sırtında yükselmiştir. Türkiye bir şekilde bu neslin de kendi özverisiyle bütün çalkantılı süreçlerine rağmen başarılı bir ivmelenme yakalamıştır. Örneğin Eskişehir Organize Sanayi’nin temellerinin yükselişini ya da Kobi düzeyinde faaliyet eden sanayi sitelerindeki birçok işletmeyi ustasından patronuna bu neslin vizyonu ve çabası var etmiştir.
Kimisi orta öğretim kimisi yükseköğretim mezunu birçok kişi endüstri meslek liseleri, ticaret liseleri ya da bir yüksek okul düzeyindeki kuruluşlarda eğitim almışlar sonrasında iş hayatında ekonomi-sosyoloji ölçeğinin gelişmesinde etkin rol oynamışlardır. Bu vaka bütün Türkiye’de böyledir. Örneğin, Demirel ve Erbakan siyasete atılmadan önce yine cumhuriyetin yetiştirdiği başarılı birer genç mühendis olmuşlardır. Sağ ve sol çekişmesinin içerisinde her cenahtan, bütün 60’ların 70’lerin ve hatta 80’lerin genç nesli ülkenin atılımlarına katkıda bulunmuşlardır. Aklınıza hangi meslek gelirse gelsin bu neslin vizyonu ve çabalarıyla 2000’lere kadar ülkemizde döneminin çağdaş altyapısı oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti terör de dahil bütün olumsuzluklara rağmen o günün dinamik genç nüfusu ve onların sonrasında eklemlenenlerin dinamizmi sayesinde ivmelenmesini sürdürmüştür. Türkiye o dönemin demografik sıçramasını iç ve dış olumsuz faktörlere rağmen eğitim kalitesi ve devlet disipliniyle doğru yönetmiştir.
Peki 2000’li yılların başından itibaren ne olmuştur da genç nüfus hem sayısal hem de verim bakımından giderek azalış eğilimine geçmiştir? Ne sebep, bugün mevcut genç nüfusun 4’te 1’inin atıl hale gelmesine gerekçe olmuştur? Bugün en kıymetli cevherden, doğal kaynaktan bile daha değerli olan genç nüfusa hala sahipken atılım yapamayan bir ülkenin; gelecekte yaşlı bir nüfus ile atılım yapacağını sanmak hayalcilikten başka bir şey değildir. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye’deki doğum oranında dramatik bir düşüş yaşanmaktadır. Daha 8 yıl önce 2.11 olan doğurganlık oranı bugün 1.5 civarındadır. Eskişehir’de bu oran bugün 1.20’lerdedir. 2018’den beri süregelen ekonomik çalkantının bu düşüşte en ciddi etkiyi yaptığını düşünmek yanlış bir varsayım olmayacaktır. Ayrıca geçtiğimiz yıl ülkemizi çoğunluğu nitelikli genç nüfustan oluşan 0,5 milyon civarında vatandaş terk etmiştir.
Bugün ekonomik, sosyolojik ve demografik olarak ülkemizin geleceğine yönelik projeksiyon insan kaynağının değerlendirilme kabiliyeti bakımından pek parlak değildir. (2024 yılı olimpiyatları bu duruma dair vaka örneğidir.) Türkiye’nin genel bir atılım yapabilmesi için hali hazırda sahip olduğu genç nüfusu en dinamik, en çağdaş ve en iyi niteliklerle donatarak katma değer yaratması gereklidir. Bu ne niteliksiz sığınmacı nüfus ile ne de ithal iş gücü tasarılarıyla halledilemez, halledilmemelidir. Türkiye’nin kendi öz gücü yerine yabancı ikamesine ihtiyacı yoktur. Akdeniz’deki potansiyel hariç coğrafi olarak enerji kaynaklarına sahip olmayan bir ülkeyiz ancak bir o kadar kıymetli gençleri değerlendirememek ve mevcut potansiyeli ziyan etmek hayati bir ihmaldir. İhmal kelimesi bu durum için masum bile kalabilir.
Güncel olarak hali hazırda ülkemizin nüfusunun %29’u hala 1-20 yaş aralığındadır. Eskişehir’ özelinde ise bu oran %23’tür. Türkiye yaş ortalaması 33.5 iken Eskişehir’de bu ortalama 37.5’tur. Yani Eskişehir Türkiye ortalamasından daha hızlı yaşlanmaktadır. Şehrimizin nüfusu son 5 yılda yaklaşık 50.000 kişi artmasına rağmen ülke ortalamasından daha hızlı yaşlanıyor oluşu Eskişehir özelinde bizlerin iki kez düşünmesi gereken bir husustur.
Bütün olumsuz gelişen tablolara rağmen hala bu büyük potansiyeli ivmelendirebiliriz. Nitelikli, işlevsel genç nüfusu eğitimde ve istihdamda doğru politikalarla değerlendirerek kıymetini bilebiliriz. Doğru planlamalarla onların kendilerini gerçekleştirmesine olanak tanıyabiliriz. Önümüzdeki 15 yıl öngörülebilir gelecekte ülkemiz için son periyottur. Özellikle 2030 yılı genç nüfusun son kez maksimize olduğu ve sonrasında oransal olarak değil sayısal olarak da kalıcı düşüşe geçtiği bir sürece girilecektir. Ülkece bu kıymetin bilincine vararak gelecek projeksiyonumuzu bu doğrultuda yöneltmeliyiz. Aksi halde böylesine bir kaynağı boşa harcamış, yaşlanmış ve gelişmiş ülke ligine ulaşamamış bir memleket olarak varlığımızı sürdürmek zorunda kalabiliriz.