Yıl 2012 idi. Eskişehir Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde dönemin SDD Şube Başkanı Uğurcan Usgül’ün ve dönemin MSD Şube Başkanı İbrahim Savlukbaş’ın ortak ev sahipliğinde Türkiye Nereye Gidiyor paneller serisinin Suriye İç Savaşı konulu paneli düzenlenmişti. Belki de o günlerde olaylara en hızlı, akılcı refleksi gösterenler CHP ve sosyal demokrat tabandı.
Konuşmacılar arasında o dönemki CHP Hatay milletvekili Sayın Mevlüt Dudu, CHP Hatay milletvekili Sayın Refik Eryılmaz, o günün Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve bugünün Eskişehir milletvekili olan Sayın Utku Çakırözer bulunmaktaydı. Salon tamamen dolmuş herkes komşuda yeni başlayan bu savaş süreci ile ilgili kafasındaki meraklı sorulara cevap arayışındaydı.
Dinleyiciler arasında o günün çiçeği burnunda CHP’li sayılabilecek belediye başkanları Sayın Büyükerşen ve Ahmet Ataç, o günün CHP milletvekili bugünün Odunpazarı Belediye Başkanı Sayın Kazım Kurt salondaydı. Dönemin CHP İl Başkanı Sayın Erman Gölet, dönemin Tepebaşı Belediye Başkan Yrd.sı Sayın Fuat Gürcüoğlu önceki dönem CHP İl Başkanı Sayın İsmet Süder gibi isimlerde hafıza yanıltmıyorsa protokoldeki yerinlerindeydi. Halkın yoğun katılımıyla Zübeyde Hanımın dış kapılarına kadar salon dolmuştu.
Bütün salonu o dönemdeki Suriye’de güncel olaylarla ilgili aydınlatan isim Utku Çakırözer olmuştu. Çakırözer gazeteci olarak Suriye’den yakın zamanda dönmüş ve gözlemleri ile kaygılarını aktarmıştı. O günkü koşulları ve olası gelişmelerle ilgili uyarılarını anlatmıştı. Hatay milletvekilleri politik risklere dikkat çekmişti. O gün Utku Çakırözer’in Suriye sahası ile ilgili değindiği tablo ve Hatay milletvekillerinin dikkat çektiği demografiye, sosyolojiye ve ekonomiye dair bütün politik riskler bugün vuku buldu.
Suriye parçalandı, milyonlarca sığınmacı Türkiye’ye geldi. Tabiatıyla bugün hala gitme eğiliminde değiller. Bugün doğal olarak sığınmacıların gidebilecekleri koşullar henüz olumlu şartlarda ve sağlıklı koşullarla tesis edilemedi. Aslında bu koşulları tesis etmek sadece Türkiye gibi müdahil ülkelerin görevi de değildir. Koşullar yeterli olmasa dahi olumlulaştırmak artık Suriyelilerin de vatandaşlık ödevidir.
Türkiye o gün bahsedilen politik ve sosyolojik sonuçların hepsini bugün yaşamakla birlikte, ekonomik ağırlığı ve sınır ötesi riskleriyle de yüzleşmektedir. Sosyolojisi ve demografisi hasar görmüştür. Bugün,12 hatta neredeyse 13 yıl sonra Suriye’de Esad yönetimindeki tiranlık son bulmuştur ve herkes gelişmeleri kendi ilgi düzeyine göre takip etmektedir. Gelişmeler geçmişten bugüne düşünmeye sevk ederken, o günlerde düzenlenen panelde konuşmacı olan yetkin kişilerin gerçekten de haklı çıkması ancak hiçbir şekilde bu haklılıklara veya benzer görüşlere önem verilmemiş olması başka sorgulamaların sebebidir.
O günlerde aklı başında konuşanlar bugünleri ön görebilirken yetkililerin büyük ölçüde nasıl kör kaldıkları da hayret vericidir. Bütün bu gelişmeler kişiyi önümüzdeki yaşanacak günleri daha fazla sorgulamaya sevk etmektedir. Vaziyetin vuku bulduğu ve artık karşımızda resmedildiği bugünlerde, küresel etkenlerle ve iç politika hamasetleri nedeniyle Suriye’deki tiranlığın çöküşü Türkiye’ye de pahalıya mal olmuştur. Hesaplar tutmamıştır. Tıpkı Mısır’a 10 yıldan fazla sırt dönerek miyop dış politikalarla Akdeniz’de avantaj kaybedilmesi gibi...
Neredeyse 13 yıllık sürede Irak ve Suriye de PKK terör örgütünün etkin olduğu iki özerk bölge Batı müttefiklerince var edilmiştir. Bugün güneyimizde küçük bir Afganistan vücut bulmuştur. Bütün bunlarla birlikte 5 milyona yakın olduğu belirtilen sığınmacılar ülkemizde cirit atmaktadır ve bu durum zaten kötüleşen ekonomide milyarlarca dolarlık ek yük yaratmaktadır. Ayrıca gıda ve su tüketimi ile birlikte enerji ve barınma maliyetlerinin artışı da Türk vatandaşı için ek yük haline gelmiştir.
Afgan, Suriyeli, İranlı, Pakistanlı, Rus, Ukraynalı, Bangladeşli vesaire derken 8 milyona yani neredeyse nüfusun yüzde onu (10%) kadar olduğu iddia edilen ve elimizde yüzde yüz doğru net veri hala olmayan ek nüfus memleketimize dâhil olmuştur. Sağlıktan, barınmaya, eğitimden, ulaştırmaya entegrasyonu olmayan bu kitlelerin ani dâhil oluşuyla hala tam farkına varılmayan ağır bir sorumluluk yükü Türk vatandaşlarının omuzlarına yüklenmiştir.
2012 yılından bu yana yukarıda bahsi geçen panelde ve daha birçok kez dile getirilen ön görülmüş vakalara birileri tarafından kulakların kapatılması yerine uyarılar ciddiye alınsaydı ne Süleyman Şah Türbesi yer değiştirmek zorunda kalınır ne de Peşmerge Türkiye üzerinden Suriye ye geçerek PYD/PKK terör örgütüne katılırdı. YPG’nin temelinde de o günler vardır. Belki de bugün komşudaki yangın daha fazla bizim kontrolümüz altında olur ve daha erken yatışırdı. Bugün bize ne etki bırakacak kaygısıyla endişe ediyor olmazdık. Üstüne milyonlarca davetsiz misafir ve birçok politik risk üstlenmezdik.
Nihai olarak gelinen safhada 2012 yılından günümüze pek çok gelişme yaşanmıştır. Pek çoğu da olumsuz yaşanmıştır. Ve bu gelişmelerin en olumsuz olanı güneyimizde en uzun sınırımız olan komşumuzdaki yangının uzun vadede bize sıçrama olasılığıdır. Bir tiranın düşüşüyle bin belanın kapımızı çalmasıdır. Irkçı teröristlerin, selefi aşırı köktendinci radikal teröristlerin Batı müttefiklerince meşrulaştırılması gayreti ciddi bir tehlikedir. Çünkü onların değil bizim sınırlarımızın dibinde tezahür eden olaylar silsilesi mevcuttur. Türkiye AKP’nin politik ihtirasına daha fazla tahamülü olmayan bir çizgidedir.
Peki, bu süreçte Türkiye adına bütün olaylar olumsuz mu gelişti? Hiç mi doğru hamleler yapılmadı? Ülkenin idari erki zamanında Davutoğlu’nun ihtirasına kapılmasaydı belki düğmeyi baştan doğru ilikleyebilirdi. Ancak baştan yanlış iliklenen düğme sonrasında atılan adımlar maliyetini hep arttırdı. Üstüne 2016 da Fetö terör örgütü darbe girişimi sonrasında 2018 sonunda başlayan ekonomik çalkantılar ve son olarak deprem felaketi Türkiye’nin potansiyel gücünü kısıtlayıp elini zayıflattı. Bütün bunlara karşı Türkiye’nin şehitler vererek oluşturduğu tampon bölgeler bir başarı olarak görülebilir. Ancak güneyinde bir değil iki terör unsurunun yapılanmasına karşı yetersiz kalma olasılığı vardır.
Bundan sonra muhtemeldir ki Türkiye adına iki önemli kriter başarı ölçütü olacaktır. Birincisi Suriye’nin devlet bütünlüğü devam edebilirse ve ikincisi sığınmacı ile kaçak nüfusun tamamına yakını ülkelerine dönerlerse bu orta vade için Türkiye deki idari erkin ödenen bedele rağmen başarısı sayılabilir.
2012 yılından günümüze gündemimizin hep üst sıralarında yer alan Suriye için hala değişmeyen genel görüş ve Türkiye adına sağlıklı olan; iç işleri bizi ilgilendirmeksizin Suriye’nin tek ve bütün kalmasıdır. Muhtemelen Suriye’nin bir bütün kalmasını gerçekten isteyen tek ülke Türkiye’dir. Suriye’deki etkin unsurlar bile Suriye’nin tek parça kalmasını istememektedir. Bu nedenle Türkiye’nin işi zordur. Ancak memleketimizin faydasına olan tek yol da budur. Temennimiz gelenin de geri dönmesi ve kendi memleketlerine daha çok faydalarının dokunmasıdır. Barış içinde yaşamaları ve daha fazla masumun kanının dökülmemesidir.