Eskişehir Sanayi Odası tarafından kamuoyu ile paylaşılan ve yaşadığımız konut sorununa dikkat çeken rapor şehrin yoğun gündemine rağmen epey ses getirdi.

Bir tarafta URAYSİM, diğer tarafta Hatipoğlu ve Büyükerşen polemikleri sürerken bu raporun  bu kadar öne çıkması, dikkate alınması ve hatta bugüne kadar deprem, kentsel dönüşüm, imar sorununa dair gür sesini duymadığımız odaların 3 gün içinde “rapora karşı rapor” hazırlamasını  şaşırmadan ama ibretle takip ediyorum.

Bir yandan da hoşuma gittiğini itiraf etmeliyim.

Öyle ya da böyle Eskişehir konut sorunu artık tartışılıyor. Masa üstünde inceleniyor ve ciddi bir farkındalık noktasına ulaştı.

Demek ki ESO’nun raporu sadece adı ile bile amacına ulaşıp, şehrin imar konularına bir devinim getirdi. Ne mutlu…

Geçen sene şehrin konut ihtiyacına yönelik sosyal medya paylaşımları yapan odalar hatta gençler ve işçiler için konut önerilerinde bulunduğunu daha geçtiğimiz gün beyan eden akademik oda temsilcileri bugün “Eskişehir’de konut sorunu vardır” raporuna karşı çıkan bir bildiriye imza atıyor. Siyaset ya da muhalif tutumun akademik yoruma ket vurduğuna tanık oluyoruz.

Bakın ben akademik ve teknik konularda haddimi aşacak kapasiteye sahip değilim. Dolayısı ile uzmanı olmadığım kısımda tartışmak istemem.

Ancak şehri, şehirdeki odaların siyasi tavırlarını, iş birliklerini, hafızasını, neye sessiz kalındığını, neye nasıl karşı çıkıldığı konusunda da pek acemi sayılmam.  

Bu yüzden bugün normalden biraz detaylı ve uzun yazmam gerekiyor.

Rapora karşı raporun detaylarına geçmeden şu tespitleri yapayım.  

Bazen yaşadığımız ve canımızı yakan şeyi dile getirmek için uzun uzun akademik raporlara, şehir planlarına, rakamlara ihtiyaç duymayız değil mi?

Ülkede ekonominin kötü olduğunu anlamak için ekonomist olmaya ihtiyacımız olmadığı gibi.

Eskişehir’de de canımızı yakan, bire bir yaşadığımız bir konut sorunu var.

Bunu ben yaşıyorum, dostlarım yaşıyor, öğrenciler yaşıyor, esnaf arkadaşımın ben bu kirayı ödeyemem diyerek işten ayrılan ve Konya’ya giden elemanı yaşıyor.

Niye yaşadığımız konusunda da birbiriyle kümeleşmiş detayları bilmiyor değiliz.

Elbette ülkede enflasyon var, satın alma gücü düştü. Ülkenin her yerinde her şey zamlandı, kontrol edilemez bir yere geldi.

Ama bu tek başına bir ölçüt, tek başına bir sebep olabilir mi?

Eskişehir’de ilana çıkan bir daire aynı gün tutuluyor, dakikalar içinde 3,5 taliplisi çıkıyor.

Talebin yükseldiğini, doğru dürüst kiralık ev kalmadığını ve talep mevcut stoktan fazla olduğu için kiraların doğal olarak enflasyon üstü yükseldiğini anlamak için alim olmaya gerek var mı?

Bizzat kendim yaşadım.

Aynı evi 3 talipli gezdik, kaporasını verdiğimiz bir daire ertesi gün daha yüksek kira veren birine gitti. 6000 TL diye ilana giren bir daire 10 gün içinde 11.250 TL’ye yükselip müşteri buldu.

2. el araba piyasası gibi gittikçe şişen, talep arttıkça nasıl olsa zorda kalan tutuyor denen bir sistem oluşmasını anlatmak için akademik tartışmalara girmeye gerek var mı?

Peki, bu gerçekler uzun süredir dile getirilirken, deprem ve kentsel dönüşüm süreçleri ile ilgili biz gazeteciler yıllardır bas bas bağırıp ilgilileri göreve davet ederken, emlak odası temsilcileri, vatandaş, siyasiler kiralardan dolayı imar sorununu dile getirirken neden akademik odalar bir sorumluluk alarak düzgün, eksiksiz, sorumluları doğru yönlendirecek bir rapor hazırlamadı?

Bence ESO’nun yaptığı topluma yönelik ama akademik iddia ile ortaya çıkmayan aslında sorun tespiti noktasında veriler ortaya koyan bir raporu, yani kral çıplak diyen bir eleştiriyi beklemek beni biraz düşündürdü.

Müsaadenizle 3 Akademik odanın hazırladığı raporda eksik, hatalı ya da bana göre çelişkili detayları biraz eşelemek istiyorum.

Sırayla gidelim…

Denmiş ki “ESO raporunda mevcut konut sayısı 326.876 olarak kabul edilmekte ve buna dayanan hesap yapılarak 38.167 konut açığı hesaplanmaktadır. Oysa 326.876 sayısı TÜİK’in sitesinde de belirtildiği gibi toplam konut değil ikamet edilen konut sayısıdır. Dolayısıyla 38167 konut eksiği gerçeği yansıtmamaktadır”

Peki uzmanlık alanı imar olan bu akademik odalar Eskişehir’de kaç hane, konut olduğunu belirtmiş mi? Hayır!

Çünkü bu veriler üzgünüm ama somut olarak kendilerinde de yok. Tahmin üzerinden kaanat getirip, doğrusunu belirtemiyorlar.

Eskişehir’de 326.876 konut ikamet edilen konut sayısıdır deniyor. İkamet edilmeyen konutlar da var deniyor. Doğrudur.  Sonuçta ikamet edilmeyen konutun Eskişehir’in konut ihtiyacına bir katkısı olmayacağına ya da bu rakamın gerçeklik üzerinde sonucu değiştirmeyecek kadar küçük olduğunun bilinmesine rağmen, 2,3 bin rakam değişkenliği için genel ihtiyacının yok sayılması biraz zorlama bir tespit olmamış mı?

Ayrıca ESO raporunda ki 38 bin ortalama hane ihtiyacı tespitinde, sayısı tam olarak belirlenmemiş kayıt dışı yaşayanlar, mülteciler, AÖF sisteminde olan ama burada ikameti olmayan yaşayanların ihtiyacı eklenmemiş bile. Bu kişiler 100 bin kişi olsa ek 38 bin konuta daha daha ihtiyaç var diyebiliriz.

***

Denmiş ki “Son söyleneceği baştan söylemek gerekirse konuta erişimin ve barınma hakkının insan onuruna yakışır şekilde kullanılabilmesinin önündeki en büyük engel maalesef konut arzındaki yetersizlik değil, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durumdur. Enflasyon ve fiyat istikrarsızlığı konut piyasasını da alt üst etmiş, piyasa şartlarında dengelenmesi umulan fiyatlandırmaları tahmin edilemez noktaya taşımıştır. Sorunun ana kaynağının yanlış tespiti, rapordaki çözüm önerilerini de yanlış bir noktaya sürüklemiştir

Eskişehir’de ki fiyatların yükselmesi sadece iktidarın ekonomi politikasına bağlanmış ve somut verilere rağmen konut ihtiyacı yok denmiş.

Evet enflasyon bir etken ama Afyon, Kütahya, İzmir, Bilecik, Ankara yani genelde yüzde 400 olan konut enflasyonu Eskişehir’de nasıl yüzde 900’e kadar çıkabiliyor. Açıklanmamış.

***

Raporda fiyat yüksekliğinin sebebi olarak “İnşaat Maliyetleri” Demir, Çimento, Tuğla, Taş Yünü gibi yüzde 500 ile 750 arasında değişen zamlara yer verilmiş.

Ne gariptir inşaat maliyetinin en büyük kısmı ve asli sebebi olan “Arsa Maliyeti” hiç gündeme alınmamış.

Sormak isterim haklı olarak…

Kızılyer’de aynı malzemeler kullanılarak 7 milyon TL olan bir daire, neden Çamlıca Mahallesinde 1 Milyon 500 bin TL?

***

Denmiş ki “Temel ekonomi kuramları üzerinden değerlendirildiğinde bir mal için arzın artması fiyatı aşağı, talebin artması ise yukarı çekecektir. Ülkemizde önemli bir ekonomik meta haline gelen konutu da bu boyutuyla düşündüğümüzde, konut stokunda gerçekleştirilecek artışın serbest piyasa şartlarında fiyat dengelemesi beklenebilir. Esasında, diğer tüm araçlar ile birlikte değerlendirildiğinde konut stokunun artırılmasının regülasyon (piyasa dengeleme) açısından önemli bir enstrüman olduğu da söylenebilir. Ancak esasında kompleks bir sorunu tek boyutlu çözüm önerisi ile ele almak maalesef sorunu çözmeyeceği gibi yeni sorunları da beraberinde getirecektir. Bununla birlikte kısa vadede üretilen çözümler ise susuzluktan ölmek üzere olan bir bitkiyi gölgeye taşımaktan öteye gidemeyecektir

Yani ESO’nun tespiti doğru ama bu geçici, palyatif bir çözümdür. Bitkiyi gölgeye koymaktan öte geçemez.

Burada hemfikiriz. Lakin şu an palyatif çözümlere de ihtiyacımız yok mu?

Kesin çözüm oluncaya kadar pansuman yapmadan acı mı çekelim?

***

Odaların ortak raporu ve açıklamasında katıldığım bir kısım var, onu da ekleyim.

Tüm bunlar ile birlikte konut stokunun artırılması – yeni alanların imara açılması ilişkisi yine çok boyutlu olarak değerlendirilmelidir. Raporda ele alınan etki-tepki çözümlemesi maalesef yetersizdir. Yukarıda açıklanmaya çalışılan hususlar göz ardı edildiğinde dahi yeni alanların imara açılması sürecinde çok kapsamlı analizlerin yapılması gerekmektedir. Yeni imara açılan alanlar Belediyeler başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlara -günümüz şartlarında maalesef yüklü miktarda- altyapı yatırımı yükümlülüğü getirmektedir. Örnekle açıklamak gerekirse; 10.000 kişilik yeni imara açılmış alanın yapılaşmasını 10 yıl içerisinde tamamlayacağı öngörülse bile tüm altyapı çalışmaları 10.000 kişiye yetecek şekilde ve yapılaşmanın tamamlanması beklenmeden gerçekleştirilmelidir. Dolayısı ile bu ihtiyaç analizleri kapsamlı ve planlı bir şekilde gerçekleştirilmeli ve yine yerel yönetimlerin üzerine baskı aracı olarak yüklenmemelidir”

Zaten istediğim, istediğimiz şey budur…

Sorunu tespit etmekle kalmayıp, kabul edelim. Çözüm içinde tüm uzmanlar, tüm gerekli dinamikler bir araya gelsinler. Hızlı olsunlar, sorumluları iktidar, yerel diye siyasi saiklerle birbirinden ayırmasın ve objektif olarak bir eylem planına geçsinler.

Ez cümle ile bitireyim.

Bu konu değil şehir özelindeki tüm sorunlar için yeni bir vizyon belirleyelim.

Sistem kavgasını kişilerden bağımsız, siyasi duruştan öte ele alalım.

Evi camdan olan kimseye taş atmasın

Kimin dediğine değil, ne dediğine odaklanalım.

Bilimi yaşanan gerçeklerden soyutlayıp, bağımsız realiteden uzak konumlamayalım.

Konuşmak, fikir beyan etmek için birilerinin kuyuya taş atmasını beklemeyelim.

Lütfen Eskişehir’e bir köy, kasaba değil bir şehir gibi, kimsenin sahibi olamayacağı kadar büyük ve kimsenin tek başına yönlendiremeyeceği kadar değerli olduğunu gösterelim.

Başka sözüm yok.

Derdi bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olan herkese saygılarımla…