İnsanların artık hayal kurmaktan vazgeçtiği bir ülkedeyiz.

Yaşam amacı sadece nefes alabilmek, karnını doyurabilmek ve faturalarını ödemek olan insanlar topluluğu gibi hareket ediyoruz.

Modern çağın köleleri gibi aralıksız mesailerle hem mental hem fiziksel bir çöküş dönemi yaşamayan çok az, oransal açıdan çok minik bir grup var.

Geçmişin o türlü türlü yokluk kuyruklarını arayan nice insan var.

Yokluk ve yoksulluk diye nitelendiren dönemde bile sofradan sakınılmayan fakir işi gıdaların şimdi tane ile küçük gramajlar ile ya da hiç temin edilemediği bugünlerde bu arayışı çok görmemek lazım.

Ücretsiz denilen eğitim kayıt parası ile başlıyor, temizlik hizmetlerine metazori destek ücretleri devam ediyor.

Ücretsiz sağlık hizmetinde yenilenmiş ve çok güzel bir binadan içeri girmek dışında sağlıklı bir akışa denk düşemiyoruz. İlacın kendisini alamıyor, emsaline ciddi katkı payı ödüyor. Allah göstermesin ama MR ya da Ultrason gibi bir ihtiyaç hasıl olursa hastalık geçinceye kadar sürecek bir bekleme süresine tanık olabiliyoruz.

Evet randevu alma sistemi çok kolay ama randevu günü denk getirebilen kendini şanslı sayıyor.

Özel sektör koşulları giderek zorlaşıyor. 8 saat düzeniyle başlayan iş hayatı bugün 12, 14 saate dayandı. Memur ile özel sektör çalışanı arasındaki makas 2 katını geçti ve nitelikli, vasıflı çalışanın meziyetleri herhangi bir avantaj sağlamıyor.

81 Şehre Üniversite açmakla eğitim kalitesinin yükseleceğimi zannedenler bugün bilim sıralamasında az gelişmiş ülkeler seviyesine gittiğimizi görmezden geliyor.

Kalitesi tartışılır bir müfredat ve eğitim sisteminde her yıl ihtiyaç fazlası öğretmen, avukat ya da mühendis, mimar mezun etmenin karşılığına bir iş koyamadıktan sonra sadece 4,5 yıllık bir erteleme olduğunun hepimiz farkındayız.

Düşünün bir, iki dakika…

Evinize aylık 20 bin lira girmiyor ise fakirsiniz…

Evinize aylık 66 bin lira girmiyor ise yoksulsunuz…

Ancak popüler kültürün dışlayıcı tavrına maruz kalmamak için yoksulluğunu perdeleyen ve içi boş varlık fotoğrafları ile dolu bir sosyal medyaya esir olmuşuz.

Yokluğun acısını çekenler dahi yokluğu dile getirmekten utanır hale gelmiş.

Ev alamıyorsunuz, araba alamıyorsunuz, hayal dahi kuramıyorsunuz.

Tatile gitmek imkânsız, gidilse bile 5 günlük keyfi 12 ay ödemek için göbeği çatlayan insanlar var.

Et, kıyma olmayan yemek çeşitleri çoğalırken, sebzenin dahi ucuzuna yönelen mutfak yangınlarını inkar edemeyiz.

Çocuğum abur cubur isteyecek diye yüreği sıkışan ana,babaları inkar edemeyiz.

Ev geçindireceğim diye 2 ayrı işte çalışıp ömrü çürüyen insanları inkar edemeyiz.

Üretmediğimiz dijital yazılımların dahi yüklü vergisini almayı kendine hak gören ekonomik sistem vatandaşın doğru düzgün beslemesini bile sağlayamayacak kadar çökmüş bir sistemsizlik abidesi.

Ev sahibinin insafına kalmış bütün sene kira ne olacak diye stresten kanser olan insanlara derman olamayan bir sistemi savunmak için takla atanlar korkarım ki toplumun vicdan, merhamet, güven ve samimiyet gibi nice inancını da alt üst ettiler.

Ve biz tüm bu vahim tabloyu yaşarken, bu cenderenin içinde sıkışmışken, bunun dışındaki her şeyi konuşuyoruz.

Sokak hayvanları meselesi, Narin meselesi, Anayasa tartışmaları, Apo p.ci tartışmaları, Esenyurt meselesi derken sürekli oyalanan bir gündemin içinde gelip gidiyoruz.

65 TL’ye yemek var diye sevinmek yerine iki dakika durup düşünmemiz gereken yerleri atlayan bizleri emin olun zor bir kış bekliyor.

Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz demeyin sakın,

Çoğu Kurt bu kışı geçiremeyeceği gibi geçirenlerde ilk baharda o ayazı temelli unutuyor.