Türkiye genelinde “Durun artık!” ihtarıyla sonuçlanan seçim, Eskişehir’deki bayrağını başka gerekçelerle açtı.
Üç aylık çetin rekabet temelde üç başlıkta toplanıyor: Aday tercihi, kampanya süreci ve yerel konjonktür.
1. Aday Tercihi
Erdoğan’ın emektarlar aleyhine Hatipoğlu tercihi, seçimi küskün siluetlerin gölgesinde tamamlattı.
Mayısta karşıt saflarda çarpışan teşkilât, kasım ayında aralarında gördüğü adayı içtenlikle benimseyemedi. Hele konu büyükşehir belediyesi başkanlığına geldiğinde, benimseyemediği ismi bağrında hiç sindiremedi. Parti raconunu çiğnemeyen ancak isteksiz görünen büyükler rölantide giderek tabana en net mesajı iletti.
İkincil sebep olarak Hatipoğlu’nun kişilik özellikleri sakin seyreden şehir hayatına kıyasla sivri uçlar taşıyordu. Kontrolsüz iktidar gücünün bireysel hırsla eşleşmesi panik yarattı kısaca.
“Merkezî yönetimle yerel yönetim el ele vermezse yatırım gelmez.” tehdidini devam ettiren Hatipoğlu, bu riskli söylemi oy kırbacına çevirdi.
Bir yönetici zekâsını değil de gücünü kullanmaya başladıysa bilsin ki kaybetmiştir, geçmiş olsun.
Arşivin üçüncü rafında sosyo-politik saikler yatıyor. Bizim ilde zihin kaydı detaylı tutulur, siyaset okumaları ise iyi seviyededir. Ancak gıyabımızda alay edildi.
Yılmaz Hoca’nın da parti değiştirdiğinden dem vuruldu. Gelgelelim bu değişiklik yaklaşık 10 yıl sonra, ortak geçmişe sahip, aynı taban yapısındaki partiler arasında gerçekleşti. Neresinden tutarsak tutalım, benzetemeyiz. Benzetemedik de.
Rozet değişimi bunun yerine, adaylığın ilk günlerinde tüm yönleriyle aydınlatılsaydı dürüstlükten puan kazanılabilir, yakın geçmişe sünger çekilebilirdi. Ne diyelim? Sandık tutarsızlığı affetmedi.
2. Kampanya Süreci
Sezonun en heyecanlı, bir o kadar da yanlış kesitlerini kampanya yarışında izledik.
Anadolunun romantik öyküsü, bir kentin marka birikimi ulusal basında alenen kirletildi. Büyükşehir belediyesini yönetmekte iddialı bir aday, yöneteceği şehrin itibarını korumak, mevcut eksikleri bu veri doğrultusunda tartışmaya açmak zorundadır.
Doğması muhtemel zararlar kompleks değil, oldukça basit. Oturmuş Eskişehir algısı bozulacak, kent başarısız etiketlenip ilgisiz bırakılacak ve potansiyel turistler kaçacak. Negatif lobicilik yüzünden ekonomik değer kaybı da cabası.
Tuhaf kampanya yalnız Eskişehir’e zarar vermekle kalmadı, iktidarın tüm açıklarını da gözümüze soktu. Vaatlerin birçoğu hükûmet yatırımsızlığının yıllara yayılmış sonucuydu.
Emekliye destek paketi vermek emeklinin harabını; gençlere proje üretmek yaşam standartlarının ne denli düşürüldüğünü; indirimden bahsetmek ise zamların kaynağını hatırlattı.
Lakin sevindiğim kısım daha büyük. Bu seçim 90’lar kafasının iflasıdır. Fi tarihinden kalma, çoktan çürütülmüş teorilerle fikir üretenlerin balonu patladı.
Hem Ünlüce hem de Hatipoğlu tarafı sosyal medyada şatafatı yüksek işler çıkardı. 2019’da Ekrem İmamoğlu’yla birlikte hayatımıza giren edit hesapları, çeşitli video içerikleri son ana kadar renk kattı.
Bu alanda geride kalanlar etkisiz kaldığını savunadursun, sanılanın aksine sosyal medyada üretilen içerikler sosyal medyada kalmıyor, vurucu kesitler sokağa da yayılıyor. Bilhassa kırsal bölgelerde TikTok kullanımı hatırı sayılır rakamlarda.
Hatipoğlu sosyal medya desteğini Eskişehirspor’un belirli kesiminden, Ayşe Ünlüce ise cesur çıkışlarıyla fark yaratan Av. Hüseyin Akşar ve Av. Ayhan Kavas’tan aldı.
Kavas, her şeyi mübah gören propagandaya karşı hukukçu yönüyle ayrıntılı düzeltmeler yaptı. Seçim periyodunda tatlı-sert atışmaların odak noktasıydı.
Hatipoğlu’na ait çelişkileri tek tek yakalayarak rakip camiayı güç durumda bırakan Akçar, “Nasıl Güvenelim?” serisi ile gelecek seçimlere etkili bir kulvar bıraktı.
Her iki hukukçunun total faydası, paylaşımlarının Ünlüce çevresiyle sınırlı kalmaması Hatipoğlu kampanyasına dair zaafları Ak Parti saflarına da göstermesiydi.
3. Yerel Konjonktür
Defalarca vurguladığım yaşam tarzı düsturunun kavramsal havuzu sağlam temellere dayanıyor.
2002 yılında Nobel Ekonomi ödülünü alan Kahneman’ın, Tversky ile bilim dünyasına kazandırdığı muazzam bir eser var: Hızlı ve Yavaş Düşünme.
Davranışsal ekonomi disiplininde çalışmaları bulunan ikili “kayıptan kaçınma yanlılığı” teorisini ortaya koydular. Buna göre bireyler, kaybın üzüntüsüne kazancından sevincinden daha duyarlılar.
İrrasyonel insan, herhangi bir kayıp-kazanç dengesinde kazancı yeğlemektense kaybı önlemeye çabalıyor.
15 (adet) katlı kavşak büyük bir kazanım olacaktı, öngörülen senaryoda trafik azalacaktı, Kalabak Suyu yerine çeşme suyu içilecekti, iktidarın yatırım yağmuruna tutulacaktık…
Daima işaret ettim: Peki neleri kaybedecektik? Peki seçimi hangi gerekçe kazandırdı?