Hatırlarsınız,

Geçtiğimiz aylarda Eskişehir Atışkan İşletmesinde gerçekleştirilen Kristal İş Grevi ile ilgili bir yazı kaleme almıştım.

Greve ve grev hakkını kullanan işçilere değil, süreç içinde sendika başkanı Erdal Akyazı’nın kendisinin de üstlendiği bazı eylemlerin yanlış olduğunu, amacından saptığını ve emek mücadelesine gölge düşürdüğüne dair bir tespit yapmıştım.

Yazının ardından ise bu tespitin öznesi ne yazık ki biraz değiştirildi.

İşçileri ve grevi hedef almışım gibi ne yazdığıma bile bakmadan eleştiren, o neyse ama ağır ithamlar, hakaretler içeren yorumlara da maruz kaldım.

Tabi destekleyen, ne dediğimi, anlatmak istediğim şeyin doğru olduğunu dile getirenlerde…

Peki, bugün durduk yere neden bu konuya geldim?

Seçim hengamesi içinde neden bu hatırlatmayı yapma hissiyatına girdim?

Hemen açıklayım,

Kristal İş tarafından geçtiğimiz Haziran ayında yani neredeyse 1 sene önce başlatılan bu grev an itibariyle sona ermiş.

Fabrika bahçesine kurulan çadırlar sökülmüş ve işçiler grevi bırakarak görevlerinin başına dönmüşler.  

Zaten süreç içinde grevi bırakan ve işinin başına dönen çok sayıda işçi vardı. Yani süreç başladığı gün gibi devam etmiyordu. Ancak an itibariyle grev süreci tamamen sona ermiş.

Neden, nasıl diye merak ettim…

Sendika ile Atışkan Alçı arasında bir toplu sözleşme anlaşması mı olmuş diye sordum, soruşturdum ve olmadığını öğrendim.

Ancak grevi bırakan ve işinin başına dönen işçilerin masada talep ettiklerinden çok daha iyi şartlarla göreve döndüklerini de öğrenmiş oldum.

Çünkü bu 11 ay boyunca hak mücadelesi veren işçiler sendika genel merkezinin verdiği destek ile ayakta kalmaya çalışıyor ve bu hayat koşullarında epey zorlanıyordu. Ancak şu an sendikanın talep ettiğinden daha iyi şartlarla iş başı yaptılar ve geç olsa bile yüzleri güldü.

İşte bu noktada geçmişe dönmekte ve o gün dile getirdiğim bazı detayların altını çizmekte fayda var.

Bu süreçte yani 11 ay boyunca devam eden grevde asıl sorunun para olmadığını, bazı sendika sorumlularının işverene ve işverenin akrabalarına dair centilmenlik dışı eylemlerde bulunduğunu, üzüm yemek yerine bağcıyı dövmek üzerine yapılan bu eylemlerin onca işçinin hakkını zora soktuğunu dile getirmiştim.

Yoksa talep edilenden fazlasını vermeye hazır olan ve grev nedeniyle üretimi düşen, ihracatı azalan, şehre ve ülkeye döviz kaybettiren bir süreçte bir işletme sahibi neden inatlaşsın? Neden somut koşullarda bir sorun olmamasına rağmen anlaşmaya sıcak bakmasın.

Nihayetinde işveren babacan bir tavır göstererek, sendika ve sorumlularının bu kişisel ve centilmenlik dışı tavrına karşı olduğunu ispat etmiş ve göreve dönen işçilere taleplerinden fazlasını sunmuş. Böylece hem işletme hem de işçiler geride kalan 11 aylık kaybı telafi etmek adına üretime başlamışlar. 

Süreç içinde çok sayıda çalışanla arkadaş oldum. Çoğu ile mesajlaştık, yaşadıkları zorluklara ve duyguları dinleme imkânım oldu. Ancak grevin seyrini daha da etkilememek ve onları zorda bırakmamak adına süreci müdahil olmadan takip ettim.

Göreve dönmek isteyenler, çevresindeki bazılarından çekinenler, sürecin çok uzadığı, çok zorlandığından şikâyet edenler, sendikadan yana dertli olanlar kısaca çoğu serzenişte bulunan çalışan artık rahat bir nefes almıştır.

Bardağın artık dolu tarafından bakabiliriz,

Fakat 30 Haziran’dan bu yana uzayan süreç nedeniyle işçiyi zorda bırakan, süreci uzatan nahoş eylemlere imza atan ve anlaşma zeminini manevi sebeplerle imkansıza sokan sendika yönetimi üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve gereğini yapmalıdır.

Umarım bundan sonra, hem emeğin hem üretenin küstürülmediği, anlaşmazlıkların kısa sürede giderildiği ve mücadelenin etik sınırlarda olduğu süreçlere tanık oluruz.

Hem işçi dostlarımıza, kardeşlerimize hem de Atışkan Alçı’ya hayırlı olsun…