Çok okuyan mı yoksa çok gezen mi bilir?

Aslında bunun çok basit bir matematiği vardır. Çok okumak gezmekten daha verimlidir. Çünkü çok kısa bir zamanda pek çok yazarın gezmiş ve deneyimlemiş olduğu birçok şeye okuyarak şahit olabiliriz.

Lakin şöyle bir durumda söz konusudur. Yazar yaşadığı deneyimleri ne denli düzgün tahayyül ederek bizzat aktarabilir o kısmı da büyük bir muammadır.

Bundan dolayı bizzat deneyimlemenin yerini tutması mümkün olmaz. Fakat her yeri gezip deneyimleyecek ne gücümüz ne ömrümüz vardır.

Peki!

Çok okuyan, gerçekten en iyi yazan mıdır?

Bana göre sorunun tek bir cevabı yok. Çünkü nasıl bir yemek her şefin elinde farklı lezzetlerle harmanlanıp sunuluyorsa, kitap yazma sanatında yazarın okuyucuya aktarımı çok önemlidir.

Tabi yemeği yediğiniz yerle alakalı olarak lezzetinde de farklılıklar olabilir. Aslında mevzu lezzet değil. Yemek yenilen yerin verdiği haz ve tesirinden kaynaklıdır.

Sosyal medyada viral olan bir videodan örnek vermek istiyorum;

Bir fenomen, yapay zekaya “1 dolarlık pankek, 100 dolarlık pankek, 1000 dolarlık pankek… gibi sıralamayla görsel olarak pankek fotoğrafı hazırlamasını istiyor, yapay zekanın yaptığı pankekler her seferinde katlanarak büyürken pahalı meyveler ve uzay üssü şekilleriyle güzelleşiyor.

Ta ki paha biçilemez bir pankek nasıl görülür? Onu yap dediği zaman.

Yapay zeka hayat dersi verir şekilde “Bir annenin pankek’i yaparken çocuğun onu izlediği fotoğrafı gösterir.” işte bahsettiğim olay tamda böyle bir şey.

Kitap okumakta duygu, düşünce ve o anlık psikolojiye bağlı olarak değişik hazlara mecburdur. Birçok pankek yiyebilirsiniz. Ama sevdiğinizin yanında yediğiniz basit bir kek bile size haz verebilir.

Okumada buna benzer bir durumdur. O an kitap okumaya ya da okuduğun türe uygun değilseniz, o kitap sizi içine çekmez. Tabi bunu kaçış olarak kullanan insanlarda var. Bir kitabı gerçeklikten uzaklaşmak için okurlar. Bunlar çok çabuk başka şeylere uyum sağlayan kişilerdir.

Sorumuza tekrar gelecek olursak,

Kurguyu işlemek çok önemlidir. Yazardan yazara değişen bir durumdur.

Farklı teknik ve metotlar öğrenmek için bol bol okumalıyız. Fakat ne kadar teknik ve tabir bilirsek bilelim. Çoğu zaman bunun kurmacasını iyi yapmak lazımdır. Okumak ufkunuzu açar size güzel fikirler verir. Ama o fikirleri düzgün bir şekilde kullanamazsak, o kitap etkili bir kitap olmaz.

Konu ya da kurgu akılda kalır lakin sizi etkilemez.

Bazı yazarlar çok basit alelade bir durumu çok derin ve sistematik bir şekilde okuyucuya aktarabilir. Bunlar bana göre doğuştan yetenekli yazarlardır. Yani size çok küçük bir fotoğrafı öyle derin sayfalarca anlatırlar ki şaşırırsınız.

Şahsi olarak şöyle düşünüyorum.

Ne kadar doğuştan yazar olunmaz dense de bence doğuştan yazar olunur. Sadece bu konuda yazarın kendisini keşfetmesi ve aktaracağı teknikleri ele alması gerekir. Kimi zaman çok basit bir kurguyu bazı yazarlar karın ağrısı çekerek bulurken, kimi yazarlar onlarca kurguyu birbirine çok basit bir şekilde bağlayıp harika bir işçilik çıkarırlar.

Roman, geniş muazzam bir türdür. Yaşamın, tabiatın çeşitliliğini aktarabileceği zengin bir anlam bütünlüğüne sahiptir. Karakter davranışlarının anlık farklı yollara evrilmesi romanda da çok sıkça görülen gerçekliğe sahiptir.

Her yazarın kendine özgü bir roman yazma yöntemi vardır. Roman türünün kendine has yöntemleri yazma ve anlatma türleri üzerine belirlenip yazana göre değişir.

Roman, aynı zamanda entrikalar, şehvetler, komediler, dramlar, trajediler duygular ve tecrübeler dünyasının aynasıdır; o sebeple yazan kişinin kendisini değil, yaratmış olduğu karakteri düşünce aynasından yansıtarak sunar. Romana yapılmaması gereken en önemli özelliklerinden birisi yazılan kurgulara sınır çizmek yanlıştır.

Çok okuyan gerçekten en iyi yazan mıdır? Bunu bilemem ama yazan okumayı sevdiği için yazar, okuyan yazılanlara hayran olduğu için okur.