“Yenilenebilir enerji, emisyonları azaltabilir aynı zamanda istihdam yaratabilir ve halk sağlığını iyileştirebilir.” - Paul Polman
Tarih boyunca insanoğlu yönetme, daha fazla kaynağa ve güce sahip olma isteğinin etkisiyle doğayı ve doğal kaynakları hızlı bir şekilde yok etmeye devam ediyor. Dünya değişiyor ve kaynaklarımız azalıyor. Enerji kavramı gün geçtikçe herkes için daha önemli bir rol almaya başlıyor. Bununla bağlantılı olarak, çağımızın en büyük problemlerinin başında ise iklim değişikliği ve enerji kaynaklarının azalması geliyor. Esasında enerji sorunu kendisini özellikle 1970’li yıllarda tüm dünyada ciddi bir şekilde hissettirdi. 1970’li yıllardan sonra tüm dünya ülkeleri farklı ve yeni enerji kaynakları arayışına girdi. Bu vesileyle, yenilenebilir enerji kavramı ile ilgili çalışmaların da esasında 1970’li yıllarda hızlandığını söyleyebilirim. Bu sözlerimle bağlantılı olarak, bir ülkenin ekonomik düzeyde gelişmesi ve toplumun refah seviyesinin o ülkenin enerji gücü ile yakından bağlantılı olduğunu da unutmadan belirtmem gerekiyor.
“Enerji, kalkınma için esastır ve sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir kalkınma için esastır.” - Tim Wirth
21. yüzyıl devletler ve uluslararası şirketler arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanarak şekillendirildiği bir yüzyıl olarak karşımıza çıkıyor. Tabii ki burada ülkelerin bulunduğu coğrafi konumlar ve enerji çeşitliliği de bu ilişkilerde önemli bir rol oynuyor. Her devlet daha düşük maliyetli ve sürdürülebilir bir enerji politikası üzerine çalışıyor çünkü gün geçtikçe teknolojik gelişmeler, nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşmenin bir sonucu olarak enerjiye olan talep gittikçe yükseliyor. Saydığım bu faktörlerin etkisiyle önde gelen enerji kaynaklarından petrol, doğalgaz ve kömüre olan talep artmış ve bunun sonucunda yenilenemeyen enerji kaynaklarının daha pahalı hale gelmesine neden oldu. Enerji kaynaklarının yüksek maliyetlerinden ve azalmasından dolayı birçok dünya ülkesi ve uluslararası şirket yenilenebilir enerji kavramı ile ilgili çalışmalarına daha fazla ağırlık ve hız vermeye başladı. Bu konudaki projelerin ve çalışmaların sayısı gün geçtikçe hızlı bir şekilde artıyor. Özellikle Norveç, İngiltere, Almanya, ABD, Yeni Zelanda, Portekiz, İspanya, Japonya, Çin ve İsveç’in bu konuda dikkat çekici, öncü ve başarılı projeleri ve tesisleri olduğunu belirtebilirim. Ülkemizde son 10 yılda birçok özel şirket ve kamu kurumu da bu konuda dikkat çekici ve önemli projelere imza atıyor. Peki, tüm dünyanın üzerinde önemle durduğu ve dikkatleri üzerine çeken “Yenilenebilir Enerji” kavramı nedir? Gelin bu sorunun cevabına hep beraber bakalım.
Yenilenebilir enerji kavramı bir sınırı olmayan ve sürdürülebilir bir enerji gücünü ifade eder. Yenilenebilir enerji kaynakları kömür ve petrol gibi enerji kaynaklarına göre hızlı bir şekilde kendini yenileme imkanına sahiptir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının sürekliliğinde bir kesinti ya da sınır söz konusu değildir ve doğal süreçlerin sonucunda ortaya çıkan enerji türleridir. Yenilenebilir enerji kaynakları süreklilik göstermesinin yanı sıra toksik ve zararlı bir etkiye neden olmazlar. Yenilebilir enerji kaynaklarının başında rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, Jeotermal enerji, hidroelektrik enerjisi ve biyokütle enerjisi gelir. Rüzgâr enerjisi rüzgâr türbin sistemleri ve rüzgâr dönüşüm sistemleri aracılığıyla havanın oluşturduğu kinetik enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülmesidir. Rüzgâr enerjisi maliyeti en düşük olan ve sistem kurulum kolaylığı açısından en çok tercih edilen yenilenebilir enerji kaynaklarının başında gelir. Güneş enerjisi ise güneş panelleri ve güneş sistemleri sayesinde güneş ışığının ısı ve elektrik enerjisine dönüştürülmesidir. Üretilen elektrik enerjisi, enerji depolama sistemleri ile saklanabilir. Jeotermal Enerji ise yerkürenin tabakalarında biriken ısı ve çeşitli kimyasalların enerji haline döndürülmesidir. Çoğunlukla sıcak su, ısıtma ve soğutma şeklinde ortaya çıkar. Jeotermal enerji aynı zamanda büyük ve önemli bir turizm kaynağıdır. Hidrolik güç (Hidroelektrik Güç) ya da su gücü akan sudan elde edilen bir enerji türüdür. Suyun akış gücü ve şiddeti ile büyük miktarlarda güçlü bir elektrik enerjisi üretilebilir. Öyle ki, günümüzden binlerce yıl önce birçok medeniyetin kullanmış olduğu su çarkları ve su değirmenleri günümüz dünyasındaki hidrolik/hidroelektrik sistemlerinin temelini oluşturur diyebilirim. Biyokütle enerjisi organik malzemelerden (Bitki ve hayvan atıkları vb.) üretilen bir enerji kaynağıdır. Bu organik maddeler katı, sıvı ve gaz yakıtlara dönüştürülerek önemli bir enerji oluşumu sağlanır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının önemli avantajları vardır. Bu avantajlardan bazılarının yukarıda bahsettiğim gibi sınırsız ve sürdürülebilir olmaları, iklim değişikliğine karşı destekleyici enerji kaynakları olmaları, emisyon ve dış salınım gibi kavramların çok düşük miktarlarda olması, herhangi bir kirliliğe ve zarara yol açmamaları, ilk oluşum ve kurulum dışında enerji ve işletme maliyetlerinin az olması ve yüksek oranda güvenilebilir enerji kaynakları olmalarını söyleyebilirim.
Diğer yandan yenilenebilir enerji kaynaklarının büyük avantajları olduğu gibi bazı dezavantajlarının da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Örneğin, Yenilenebilir enerji kaynaklarının şu anda kullanılan fosil yakıtlara eşdeğer bir enerji üretmesi için çok büyük sistemlere ve tesislere sahip olunması gerekmektedir. Rüzgâr santralleri, barajlar ve diğer yenilenebilir enerji tesisleri bulunduğu bölgedeki doğal yaşamı olumsuz etkileyebilir. Güneş ve rüzgâr enerjisinden büyük bir güç sağlanması isteniyorsa çok uygun hava şartlarının, koşulların ve buna bağlı olarak tesis ve depo sistemlerinin (Pil, batarya vb.) oluşturulması gerekir ve bu günümüzde oldukça pahalı bir maliyete sahiptir. Ayrıca, biyoyakıt üretiminde yani biyokütle enerjisi oluşumunda ciddi bir sera gaz salınımı ile karşı karşıya kalınabilir.
Dünyanın en büyük yenilenebilir enerji projeleri ve tesislerinin başında Çin’de bulunan Gansu Jiuquan Rüzgâr Enerjisi Santrali, İngiltere’de bulunan Hornsea 2 Rüzgâr Enerjisi Santrali, İspanya’da bulunan Solnova Güneş Enerjisi İstasyonu, Hong Kong’da yer alan ve atıklardan enerji üretimi yapan Shek Kwu Chau enerji Tesisleri, Hindistan’da yer alan ve güneş enerjisi üzerine çalışan Bhadla Solar Park ve ABD’de yer alan jeotermal enerji üretimi yapan The Geysers tesisleri örnek gösterilebilir.
Yukarıda sizlere söylediğim gibi, dünyamızda bir yandan enerji kaynaklarımız azalırken diğer yandan doğaya ve doğal ortamlara verilen zarar gün geçtikçe artıyor. Çağımızın en büyük sorunlarından birisi olan iklim değişikliği etkilerini her geçen gün bize daha fazla hissettiriyor. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de iklim değişikliği ve yenilenebilir enerji üzerine birçok özel ve kamu kuruluşu çalışmalar ve projeler geliştiriyor. Bu projeleri ve çalışmaları her geçen gün arttırmamız daha sürdürülebilir ve daha etkili çözümler alabildiğimiz bir hale dönüştürmeliyiz. Dünya Su Günü (22 Mart), Dünya İklim Günü (15 Mayıs) gibi özel günlerde sadece konuşmaların yapıldığı ve sıradan etkinliklerin düzenlendiği organizasyonların yerine daha büyük, daha etkili, daha çok kişiye ulaşan ve daha sürdürülebilir etkinliklere ve projelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu arada yenilenebilir enerji ile bağlantılı olarak, iklim değişikliği ve küresel ısınma gibi konular ile ilgileniyorsanız benim çok sevdiğim filmlerden birisi olan Wall-E (Vol-i) filmini, An Inconvenient Truth (Uygunsuz Gerçek) belgeselini ve Naomi Klein’ın “İşte Bu Her Şeyi Değiştirir” isimli kitabını okumanızı öneririm.