Üzülüyorum, kızıyorum!

Hadi bugün biraz dertleşelim.

EHA Mutfağındaki taze demlenmiş çayla birlikte içimizdekileri dökelim.

+++

Partileri konuşurken elbette tek derdimiz var.

Ortak gaye;

“Eskişehir”

Aslında biz gazetecilerin de niyeti birilerini listelere yakıştırmak değil;

“Eskişehir’e en iyi hizmetin sağlanması ve en iyi temsiliyeti taşıması adına fikir üretmektir”

Her seçimde yaptığımız liste tahminlerinin ana unsuru burasıdır ve bu çerçeveden asla uzaklaşmayız.

Şehrin çözüm bekleyen meselelerin çözümü noktasında sorumluluk alacak;

Almakla yetmeyecek, o sorumluğun hakkını verecek özgün ağırlıktaki kişilerin şehri Ankara’da taşımalarını isteriz.

Dahası, bu kişilerin şehirde var olduğunu, yenilerinin de yetişmesi için siyasetin biraz olsun yol açıcı olmasını söyler ve dileriz.

Bu nedenle gençlerin mutlaka ama mutlaka aday listeleri içinde yer bulması bizim için ilk tercihlerden birisidir mesela…

Dert; “Gençlere ikametinizi Eskişehir’e aldırın da bir vekil fazla çıkaralım” diye açıklama yaptırtan ardından da tek bir genci dahi görmezden gelen siyaset değildir bizde…

Derdimiz, tamamen kent odaklı, politikayı bilen, kapıları aşındırabilen…

En önemlisi de egolarından arınmış, kibrini yenmiş ve ardından yenilerini yetiştirebilme kişiliğine sahip politikacıların bu kentin başında olmasından başka bir şey değildir!

++++

Ancaaaak…

Gelin görün ki, siyaset kurumu öylesine bir kurum ki;

Bu tarzdan insanların kendi içerisinde bulunmasını istemez.

“Çünkü siyaseti yönetenler için bu gibi özelliklere sahip politikacılar her zaman potansiyel bir tehlikedir!”

Bu tehlikenin bertaraf edilmesi için de kurgular hep genel merkezlerden yapılır.

Örneğin milyonluk şehirlerin, metropollerin, başkentten yüzlerce kilometre uzaktaki kentlerin kaderleri genel merkezlerdeki 10-15 metrekarelik odalarda belirlenir.

Adına demokrasi dedikleri bir uygulama ile de yani seçimle de bize kendi kararlarını seçtirerek dikte ederler…

+++

Tüm bunları neden yazdık?

Son günlerde yine öylesine şeyler duyuyoruz ki;

Ülkem, şehrim, ailem ve şahsım adına üzülmemek elde değil!

Halil Ünal’ın tabiriyle ‘Yabayla saçılan paralardan’ tutun, ittifaklarla kente paraşütle gönderilmesi planlanan pek çok isme kadar…

Genel merkezlerde işin yolunu bulmaya çalışanlardan, araya tanıdıkları sıkıştıranlara kadar!

Neler duyuyor, öğreniyor, şaşkınlıktan kala kalıyoruz…

Sonrasında üzülüyor, dahası kızıyorum.

En kötüsü de bugün yaşadığım gelecek endişesini daha da büyümüş biçimde yaşıyorum.

Zira en önemli sorun çözücü kuruma, yani siyasete halk olarak ulaşamıyor, kapalı kapılar arkasında onların beni yönetmelerine fırsat vermeye devam ediyorum…

"Böyle gelmiş böyle gider" felsefesine işte tam da orada teslim oluyorum.

Hepimiz adına üzücü değil mi?