Saldırı

Geçtiğimiz gün Eskişehir’in yerel medyasına, ardından da ulusal basına, iç burkan bir haber düştü.

"Eskişehir’de 18 yaşında Arda K. isimli saldırgan, Tepebaşı Camisi bahçesinde oturan 7 kişiyi bıçaklayarak yaraladı. Yaralılardan birinin durumu ağır."

Saldırgan kask taktı, yüzüne maske, gövdesine hücum yeleği giydi, bıçak ve balta ile donandı. Bu vahim saldırıyı anbean kaydetti ve canlı olarak yayınladı.

Olayın derinliğine inmeden, kimi gazeteciler bu gencin bilgisayar oyunlarından etkilendiğini iddia etti. Kimisi, şahsın uyuşturucu madde kullandığını öne sürerken, kimisi ise akli dengesinin yerinde olmadığını söyledi.

Konu, mümkün olan en sığ şekilde yorumlanarak, yine iktidar-muhalefet çekişmesine dönüştü. Bir taraf katı güvenlik politikalarının tahkimini savunurken diğer taraf hukuksuzluğun ve caydırıcılığın yetersizliğinin bu tür olayları beslediğini ifade etti.

Elbette, bu tartışmanın bir tarafı kolayca tutulabilir; lakin evvela olayın özünü ve karanlık iç yüzünü incelemekte fayda var. Zira bu saldırının, Türkiye’de aşırı sağın yükselişi ve çevrimiçi örgütlenen neo-Nazi oluşumlarla ilintili, oldukça vahim bir arka planı var.

Olayı derinlemesine araştırırken, saldırganın internette “skreewie” takma adıyla aylar öncesinden hazırlayıp takipçileriyle paylaştığı yazılara rastladım.

Mesela 17 sayfalık bir yazıya insanları birer böcek olarak gördüğünden, bütün insanlıktan nefret ettiğinden bahsederek başlıyordu. Tüm insanlığın Yahudi şirketler için çalıştığını, Yahudilerin şeytani varlıklar olduğunu sıkça dile getirmişti.

Kendini şu sözlerle tanımlıyordu: 

"2006, Eskişehir doğumlu, orta halli bir ailede doğan bir erkeğim. Ailemle aram hiç iyi olmamıştır, genellikle dedem ve anneannemle daha samimi olmuştur. İnsanlığa nefretim, ortaokul sonlarına doğru başladı; ortaokul bittiğinde ise büyük bir depresyona girmiştim. Hayat yaşamaya değer değildi, bu b*ktan sisteme köle olmak mantıklı gelmiyordu. Fakat bu depresyonun üstüne insanlık nefreti eklenince artık hayat amacımı bulmuştum… Kendimle beraber öldürebildiğim kadar böceği dünyadan silmek. Bu nefret ta ki bu güne kadar devam etti, beni büyük ihtimalle ya haberlerde ya da şehrimin haber sayfalarında bulabilirsiniz. Ki bu motivasyonla yapılan ilk saldırı olduğu için büyük ihtimalle haberlere çıkacağımı düşünüyorum."

Yazılarında takipçilerine trafolara saldırmalarını, hatta ormanda elektrik iletim kulelerini kesmelerini, gece yollara çivi atmalarını, insanların mallarına zarar vermelerini ve nihayetinde kendisi gibi terör eylemleri düzenlemelerini öğütlüyordu.

Özellikle yurt dışında katliamlar gerçekleştirmiş suçluları "aziz" diye övüyor, onların saldırı videolarını paylaşıyordu.

Başka bir yazıda ise şu ifadeler yer alıyordu:

"Hapise girersem de pek umrumda olmaz açıkçası, kendimi tek hücreli bir yere geçirene kadar problem çıkartıp insanları hapiste öldürmeye devam edebilirim."

İşin asıl korkutucu yanı, saldırganın birçok takipçisi olduğunu öğrenmemle ortaya çıktı. Saldırganın profilinde, kimi takipçileri “Sana kadeh kaldırıyorum kardeşim, umarım şu an iyisindir” ya da “Saldırıyı canlı yayınlayarak saygımı kazandın” gibi yorumlar yapmıştı.

Biraz daha derinlemesine araştırdığımda, bu tür insanların sosyal medya aracılığıyla birbirleriyle tanıştıklarını, Telegram, Discord gibi platformlarda örgütlendiklerini ve sayılarının bir hayli fazla olduğunu gördüm.

Yazdıklarından anlaşıldığı üzere, yaşları 13-25 arası olan birçok çocuk ve gençten oluşuyor bu tarz fikirlere sahip gruplar. Kadın cinayetlerini savunanlar, mültecileri katletmekle ilgili düşüncelerini paylaşanlar, illegal yollardan nasıl silah edinebileceği konusunda birbirlerine fikir danışanlar...

Her biri potansiyel bir suçlu, olası bir katil. Hepsinin ortak noktası ise sevgisiz büyümüş, aileleri tarafından dışlanmış ve topluma kazandırılamamış olmaları.

Ne çöken eğitim sistemi ne de yozlaşan aile yapısı, bu çocukların vahamet dolu durumlarını önceden görüp önlem almaya yeterli olamamış.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla yükselen aşırı sağ, bu gençleri etkilemiş ve onları birer militana çevirmiş. Kimisi, cüretini gösterip fikirlerini hayata geçiriyor, kimisi ise bu işin sosyal medya trollüğüne bürünüyor.

Arda gibi onlarca genç, insanlardan soyutlanmış bir şekilde bu yeraltı dünyasında nefretle pişiyor. Her birinin henüz bir suça karışmamışken rehabilite edilip yeniden topluma kazandırılması lazım. 

Bu, sadece güvenlik politikalarını sertleştirerek çözülebilecek bir mesele değil. Sokaklarımızı ve şehirlerimizi korumak istiyorsak, bu sosyolojik felaketle her cephede mücadele edebilmeyi öğrenmeliyiz.

Aile Bakanlığı, sevgisiz ve şiddet görerek büyüyen çocukları nasıl tespit ve takip edeceğinin derdine düşmeli.

Milli Eğitim Bakanlığı, çocukla günde 6-7 saat geçiren öğretmenin neden duruma müdahale edip gerekli yönlendirmeleri yapmadığını sorgulamalı.

Hukukçular daha etkili ve caydırıcı bir sistem kurgulamalı, Adalet Bakanlığı ise o sistemi hayata geçirmeli.

Resmi kurumlar gibi sivil toplum da gerekeni yapmalı ve kamuoyunu yükselen radikal ve zararlı fikirlere karşı bilinçlendirmeli. 

Bu saldırı, bir kez daha gözler önüne sermiştir ki, yüzeyde görünen meselelerin altında çok daha derin kökler yatmaktadır. Yaşanan vahşet, sadece bir bireyin karanlık düşüncelerinin eseri değil, aynı zamanda toplumun derin yaralarının ve çözülmemiş sorunlarının acı bir yansımasıdır. 

Günübirlik tartışmalarla, siyasi çekişmelerle geçiştirilemeyecek kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu karanlık dünyada kaybolmuş gençlerin yeniden topluma kazandırılması, geleceğimizin teminatı için elzemdir. Aksi takdirde, dün bir cami avlusunda yaşanan bu dehşet verici saldırı, yarın başka yerlerde tekrarlanabilir. Ve o zaman, toplum olarak hepimiz bu vebalin altında eziliriz.