Madencilik insanlığın başlangıcından bugüne kadar geçen süreçte tıpkı tarım gibi medeniyetin bel kemiği olarak nitelendirilebilecek bir zanaat ve icraat operasyonları bütünüdür. Madeni çıkarmak bir zanaat ve çıkan madeni işlevsel olarak değerli kılmak icraat becerisi gerektirir. İnsanoğlu genellikle tabiatı yerin üstünden romantik, lirik bakış açısıyla tarif etsede yaşamın kaynağı yerin üstü olduğu kadar aynı zamanda yerin altıdır. Edebi veya günlük dilde cevher sözcüğü çoğu zaman olumlu çağrışım yapan bir kelimedir. Cevher çıkarma sonrasında onun getirdiği zenginlik ile refah masallara ve hikayelere konu olmuştur.
Madenciliği farklı bir perspektif ile ele alanlardan birisi de J.R.R Tolkien olmuştur. Yazar J.R.R Tolkien ‘in küresel ölçekte fenomen olan kurgusal Orta Dünya’sının içerisinde birçok hikâye ve birçok farklı bakış açısını yansıtan olaylar silsilesi vardır. Bunların en yaygın bilinenleri, sinema eseri olarak karşımıza çıkan; Hobit üçlemesi ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesi filmleridir. Orta Dünya’da epik iyi ve kötü tasarısının yanında, çok sayıda olay unsuru ve renkli karakter barındıran zengin bir hikâye içeriği onun kitaplarında karşımıza çıkmaktadır. Bu zengin hikâye içeriğinde karşımıza çıkan renklerden birisi de madencilik ve cevher işleme ustalığıyla ileri bir medeniyet kurmuş cücelerdir.
Tolkien cücelerin hikayesinin tasarımında ve onlara verdiği özellikler bakımından titiz bir kurgulama yapmıştır. Detaylı ve çok yönlü olarak ele aldığı cüce halkının en belirgin iki özelliği yer üstü tabiatına ilgi ve bağlılıklarının az olması ve de aç gözlü olmalarıdır. Orta Dünya hikayesinde cüceler sürekli büyük zenginliğe sahip olmak isterler. Daha birçok özellikleri ve hikâye katmanları olsa da cücelerin yer üstü tabiatına ilgisi düşük olan, aç gözlü ve madencilikle zenginleşen bir medeniyet kurgusu hikâye içerisinde birbirini tamamlayan bir üçgendir.
Üçgenin bu üç özelliği hikâyenin cüceler ile ilgili kıssasında bir bağlam ortaya koyar. Bu bağlamın en iyi örneğini Orta Dünya hikayesinde cücelerin kurduğu en yüksek medeniyet olan Khazad-Dum yerleşkesi diğer adıyla Moria’nın düşüşünde görürüz. Cüceler aç gözlülükle dağı öyle derin kazarlar ki sonunda bu eylem onların felaketini çağırır. Bu felaket medeniyetlerinin çöküşüne ve vatanlarını terk etmeleriyle sonuçlanır. Moria, cüceler için artık var olmayan ancak özlem duyulan bir hatıranın ötesinde bir şey değildir. Ne kadar uğraşsalar da bir daha elde edemezler ve o medeniyet düzeyine hiçbir şekilde ulaşamazlar. Dağı en derinlerine kadar kazmak ve doymak bilmez bir zenginliğe ulaşma hırsı hikâyede cücelerin Khazad-Dum’daki büyük medeniyetinin sonu olur.
Yazar J.R.R. Tolkien bu kurgu içerisinde eklediği yan özelliklerde, doğayla barışık olmadıkları için ormanların koruyucusu entler cücelere düşmandır. Diğer hikâye kahramanı elfler de benzer sebeplerle cücelerle hiçbir zaman uyum sağlayamazlar ve onlara karşı mesafelerini hep korurlar. Yukarıda bahsedilen üç özellik nedeniyle Tolkien hikâyede birkaç istisna dışında cücelerin medeni yapısını ve medeni kurgusunu sonuçlarıyla beraber, kısmi olumsuz bir örnek olarak ortaya koyar.
Tolkien hikayelerinde ders verme amacı taşımasa da bugün bizi bazı şeyleri düşünmeye sevk edebiliyor. Khazad-Dum ya da diğer adıyla Moria’nın felaketinin yansıması güncel olarak karşılaşabileceğimiz sorunlarla ilgili sembolik bir değere sahiptir. Cücelerin uyandırdığı felaketin sembolizminin gerçekteki karşılığı; bir çevre felaketi, toprak verimsizleşmesi, suyun zehirlenmesi, havanın zehirlenmesi gibi büyük çaplı çevre tahribatlarını çağrıştırabilmektedir. Nesillerdir vatanınız olan ata topraklarından bir anda cüceler gibi kopmak zorunda kalabilirsiniz. Size vaat edilen zenginlik yerine hiç hesaba katmadığınız bam başka koşullarla mücadele etmeniz gerekebilir. Geri dönülmeyecek şekilde yaşanabilecek tahribat sonucunda mevcutta elinizde olanı kaybedebilirsiniz. Ve belki de tıpkı hikayedeki cüceler gibi ata topraklarınız ulaşamayacağınız özlem duyulan bir hatıra olarak geçmişte kalabilir.
Bugün bu durum ile karşı karşıya kalan yerlerden birisi de Eskişehir’dedir. Eskişehir’de Sakarya Havzasında büyük çoğunluğu Mihalgazi İlçesini etkileyecek, üniteleriyle birlikte 2740 hektarlık yani 27.400 dönümlük alan Alpagut-Atalan Altın Madeni için kullanıma açılacak. ÇED raporuna göre patlatmalı açık ocak, 12 Milyon Ton kazı, açık ocak siyanürlü liç yığını gibi tümceler karşımıza çıkmaktadır. Burada siyanürlü liç yığını kısmını açmamız gerekir. Yığın liçi yöntemi açık ortamda geniş alanlara yayılan öğütülmüş cevherin yağmurlama sistemiyle siyanürle yıkanmasıdır. Yaklaşık 6 ile 8 hafta arasında işlemler sürer ve büyük miktarda su tüketimiyle bu işlem gerçekleşir. Süreç sonunda uygulamaya tabi olan siyanür cevher ile içindeki altın ayrışır. Elde kalan siyanürlü çözelti belirlenen teknik şartlarda açık alan tesiste muhafaza edilir.
Siyanürlü işleme bir parantez açmak gerekirse, altın işlemede en yaygın olarak kullanılan sodyum siyanür NaCN’dir. Çözünmeyi sağlayan bu solüsyon altını ayrıştırıp çözeltiye dahil eder. İşlem sonucunda büyük miktarda atık ortaya çıkar. Asıl risk bu depolanan atıktır. Bu atığın asitlik alkalik yani ph değerinin belli aralıklarda tutulması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü asidik ortamda soydum siyanürün (NaCN) bozunarak hidrojen siyanüre (HCN) dönüşmesi sonucu ileri derecede zehirli gaz kütlesi ortaya çıkabildiği konu ile ilgili uzmanlarca belirtilmektedir. Farklı senaryoda sıvı sızıntısı olmasının bam başka felaketlere yol açabileceği görüşü de kuvvetlidir. Su canlılarının kara canlılarına göre siyanür kaynaklı zehirlenmelerine daha az dirençli olduğuna dair görüşler vardır.
Bu olası siyanürlü altın ayrıştıracak madenin 27.400 dönümlük alanda kurulan tesisi, Atalan, Alpagut, Avlamış, Atalantekke, Behçetiye, Çalkara, Karaoğlan, Demirciler, Tekeciler, Tarpak, Karacabaşı Pınarı gibi mahallelerin etki alanında olacağı aynı zamanda Mihalgazi, Sarıcakaya, Tepebaşı ilçelerinin de bu etki alanına dahil olduğu şeklinde görüşler mevcuttur. Yerleşim yerlerine tesis başlangıç mesafesinin yalnızca 1300 metre olacağı belirtilmektedir. Bununla birlikte olası maden sahasında 28 endemik bitki türü ve 128 kuş türünün tespit edilmiş olduğu belirtilmektedir. Ayrıca bölge mikro klima özelliğine sahip ve Türkiye’nin önemli narenciye ile sebze üretimi yapılan bölgelerinden biridir. En önem bir başka özelliği de bölge 1. Dereceden sit alanıdır.
Böylesine değerli bir bölgede 27.400 dönümlük alanda kurulması olası altın madeninin getirisi ve götürüsü ne olacaktır? Ne devletin çıkarına büyük ölçekli makro ekonomiye bir fayda sağlaması ne de halkın karun olması söz konusu değildir? Ancak yatırımı yapıp altını çıkarıp çekip gidecek olan müteşebbis bu işten fayda sağlayacaktır. Geriye ne kalacaktır? Bu bölgeye bölgenin mevcut zenginliğini geliştirmesi için yatırım yapılsa ve başta tarım olmak üzere kapasitesi iki katına çıksa, ihracatı katlansa bunun yanında yeni tarım endüstri sahaları kurulsa, turizm yatırımlarının ölçeği genişletilse… yapılsa edilse gibi dilek şart kipi kullanarak bahsedebileceğimiz birçok farklı proje ile bölgede aynı katma değer katlanarak yaratılamaz mı?
En başta belirttiğim gibi madencilik de tıpkı tarım gibi insanlığın bel kemiği bir müessesedir. Ancak neyi neden feda ettiğimizi iyi düşünmeli, iyi analiz etmeli ve doğru yaklaşımı göstermeliyiz. Altın madeni gibi değerli cevherle makro düzeyde devlete ve millete fayda sağlayacak düzeyde çıkarılmalıdır. Ancak birinci dereceden sit alanı olan bir bölgeye sıra gelene kadar alternatif sahalar yok mudur?
Doğru yaklaşımdan noksan kalır ve idealden uzaklaşırsak, Tolkien’in Orta Dünya’sında felakete uğramış Moria’nın akıbeti bizi de bulabilir. Hikayedeki gibi doğaya duyarsız ve doymak bilmez bir zenginlik istense de ata toprağı kolay kolay feda edilebilecek bir şey değildir. Aksi halde, Khazad-Dum’daki ‘’Durin’in felaketi’’ sembolizmi gibi doğa tamahkar bir tahribata bir gün karşılık verecektir. Dilerim gelecekte bu bölgeyi Moria örneğinde olduğu gibi ulaşılamayacak bir özlemle anmayalım. Bazı hikayelerden gerçeğini tecrübe etmeden ders almak gerekir.