Hani “Sussam olmuyor, susmasam olmaz” derler ya…
Dün akşam belediye meclis toplantısında Başkan Kazım Kurt’un gazetecilerle ilgili sarf ettiği sözlerin ardından tam olarak bu his içindeyim.
Bir yanım muhatabı değilsin, kurumsal ya da bireysel olarak seni hedef alan bir söz yok diyor, diğer yanım ise yaptığım mesleği genelleyen ve her önüne gelenin istediği yaftayı yapıştırmasına sessiz kalmamalısın diye beni baskılıyor.
O yüzden birkaç satır da olsa samimiyetle bu söylemlere değinmek istiyorum.
Başkan Kurt’un açıklamalarının özeti şu…
Eskişehir’de gazetecilik yapanlar içinde para karşılığı haber yapanlar var. İftira ile gazetecilik yapanlar var. Siyasilerin emriyle yazan, olmamış bir şeyi olmuş gibi gösteren var. Mahlas isimle yazı yazan siyasetçiler var. Maaşını başkasının ödediği, bürosunun kirasını politikacının ödediği gazeteci var. Bunların hepsini biliyoruz. Yalancıyı da, iftiracıyı da biliyoruz. Ben destek olmadığım için en çok saldırılan siyasilerin başında ben geliyorum.
Peki, bu açıklamalar nereden çıktı?
Önce Ak Partili Murat Özcan söz aldı ve Kazım Kurt’a “Belediyenin seçime ayıracağı bütçeden bahsettim, gazeteciliği iftira atmak zanneden gazeteciler hemen devreye girdi. Seçim bütçesindeki aslan payını almak için, insanların şeref ve gururu ile oynayabilen bir güruh ile karşı karşıyayız” dedi, ardından da Kazım Kurt gazetecilerle ilgili bu açıklamaları yaptı.
Yani kısa süre önce 150 ton yağ depoladı diye belgesiz haberlerle, iddialarla karşı karşıya bırakılan, deyim yerindeyse bu konudan en müzdarip olan Özcan’ın söylemlerinden sonra açıldı bu bahis.
Şimdi açık ve net olacağım. Evet, mesleğimiz içinde rotasını şaşıranlar, yanlış işler yapanlar, haysiyet cellâtlığı ile iftira ile ya da kanıtsız, belgesiz bazı haberler yapanlar yok diye aslan kesilemem. Çünkü sadece bugün değil oldum olası mesleğin içinde bu tür insanlar oldu, olmaya da devam edecek.
Bana göre de bunlara itibar edilmemeli. Bana göre de bu insanlara hürmet gösterilmemeli.
Bana göre de amacı, tarzı, üslubu ve yazılarında ki tek konudan bahis açanlara, tek kanadın savunucusu olanlara ve başka konulara girmeyenlere karşı temkinli yaklaşılmalı. Bunda hemfikirim.
Ama Kazım Kurt bu konuda özenli ya da çok dikkatli mi? Bunu da sormak isterim.
Ayrıca bu tür insanları iddia ettiği gibi biliyor ise herkesi töhmet altında bırakmak yerine çıkıp açık açık isimlerini vermeli diye düşünüyorum. Elma ile Armutu aynı sepete koymak deneyimli bir siyasi ve usta bir hukukçu için çok hoş olmadı.
Bu durum gazetecilerin “Belediye Başkanları bizi patronları zannediyor, eğer onları eleştirirsek kuruma verdiği reklamı kesiyor ve kurumun diğer organları ile bile iş yapmıyor” demesinden farksız benim gözümde.
Malumunuz yıllardır bu meslekten ekmek yiyoruz ve ne yazık ki olumsuz pek çok örnekle karşılaştık. Ulusal diye tabir edilen medyada büyük paralar karşılığında yazılarının küçük bir kısmını seçim döneminde ilan panosu gibi kullanan da oldu. Popüler bir TV’de 3,5 dakikalık haber için yüz binlerce lira isteyenlere de tanık olduk. Fatura kesebilen ya da başka işlerden para kazanan ve PR yapan gazeteci ile zarf alan ya da aldığı iddia edilen gazetecinin birbirinden farklı algılandığına da şahitlik ettik.
Onlarla yarenlik eden, 5 yıldızlı otellerde konaklatan, prodüksiyon masrafı adı altında binlerce lira fatura kesenlere de aynı şekilde şahitlik ettik.
O yüzden yorumlarımı 3 düşünüp, 1 yazarak paylaşmak istiyorum.
Bazı siyasi kulis haberleri ya da sonucunda kişinin haysiyetine, ticaretine, sosyal hayatına zarar vermeyecek haberler iddia ve duyum üzerine yapılabilir. Sonuçta hangi partinin hangi adayı kaçıncı sıraya düşündüğü, kimin kime karşı nasıl bir tavırda olduğu, hangi başkanın icraatlarının ya da ekibinin neler yaptığı ile ilgili yorumların belgesi, kanıtı pek olabilecek şeyler değil.
Ama insanları yüz kızartıcı, incitici, itham altında bırakan iddiaların mutlaka kanıtı olmalı.
Öyle her önüne gelen kafasına göre istediğini iddia edip, karşısında ki siyasinin, başkanın itibari ile oynama hürriyetine sahip olmamalı.
Siyasiler de bu konuda çok dikkatli olup, bu isimler onların himayesinde gibi anılmamalı.
Özel toplantılar, VİP sohbetlerde periyodik olarak buluşuluyor gibi bir intibaya ve fotoğraflara müsaade edilmemeli.
Ancak hazır yeri gelmişken ve söz konusu gazetecilik ise birkaç not daha eklemem lazım.
Gazeteci ile patronu aynı düşüncede olmayabilir. Kazım Başkan kendisi başkası, çalışanı başka adayı destekleyenler var demiş ve bu bana göre büyük bir gaf…
Çünkü editoryal özgürlük dediğimiz şey tam olarak bu olmalı. CHP’li bir siyasi bunu desteklemeli ve bunun için bilakis ısrarcı olmalı.
Patron bir siyasiye yakın ya da destekliyor diye tüm çalışanlar o adayı kutsamamalı. Yoksa eldeki belge ve kanıtında bir hükmü kalmaz. Patron saygın olurken gazeteci çiçek, böcek yazmak zorunda kalmamalı.
Bir de hep eleştirmek, hep para ile ilişkilendirmek yerine biraz da gazetecinin neden asgari ücrete mahkûm bırakıldığını ve sürekli geçim derdi yaşayan bir fikir işçisinin ne kadar sağlıklı olabileceği hakkında da patronlar eleştirilmeli…
Bir fabrikada 8 saat mesaide bile vasıfsız olarak çalışanlar daha fazla kazanır ve başı ağrımazken 24 saat çalışmak zorunda kalan gazeteciyi hem üç kuruşa muhtaç edip hem de sürekli şamar oğlanına döndürmek ne kadar sağlıklı?
Sonuç olarak Kazım Kurt’un açıklamaları üzerinden ama daha genel anlamda değerlendirme yapmak zorunda kaldığım bir yazı oldu.
Umarım derdimi anlatabilmiş, amacına ulaşan bir yazı kaleme almışımdır.
Muhatabı bireysel ve kurumsal olarak biz olmasak dahi meslek itibariyle sessiz kalmamam gereken bu konuyla sizleri meşgul ettiğim affınıza sığınıyorum. Yarın şehir gündemi ile devam ederiz.