GÜNDEM

Deprem uzmanından çarpıcı açıklamalar!

Eskişehir Teknik Üniversitesi (ESTÜ) Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü Yer Bilimleri ve Deprem Mühendisliği Anabilim Dalı Doç. Dr. Muammer Tün, son günlerde yaşanan depremleri ve Eskişehir’in deprem riskini EHA muhabiri Buse Kuşcu’ya değerlendirdi.

BUSE KUŞÇU: İstanbul Silivri açıklarında bir deprem yaşandı. İstanbul’daki deprem ve bahsi geçen büyük İstanbul depremi hakkında düşünceleriniz nedir?

MUAMMER TÜN: İstanbul depremini hissediyor olmamız demek, İstanbul’daki olası bir depremi hissedeceğiz anlamı taşır. Beklenen büyük İstanbul depremi konusunda Eskişehir nasıl bir tablo ile karşılaşacak, bu soruya cevap aramamız gerektiğini düşünüyorum. 

BUSE KUŞCU: İstanbul’da yaşanan deprem Eskişehir’de de hissedilmişti. Çamlıca, Çankaya mahalleleri gibi birçok mahallede daha fazla hissedildiği bilgisine ulaşıyoruz. Peki, Eskişehir depreme hazır mı? 

MUAMMER TÜN: Kenti bir bütün olarak düşünelim. Kentin içerisinde sanayi, toplum, doğanın paydaşları, bitkiler, hayvanlar olmak üzere bir ekosistem içerisinde barınma alanları, iletişim, ulaşım, enerji, su ve atık su altyapısı ile eğitim ve sağlık bileşenleri var. Bunların hepsinin deprem dirençliliği noktasında kırılganlığı var mı? 

Varsa eğer o depreme maruz kaldığında ya da o riskler gerçekleştiğinde, afet öncesi koşullara dönmesi noktasında kapasite var mı? Yani dirençliliği var mı gibi değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Burada sorumluluk bireyden başlıyor. Bu da bireyin  iş yerinde, aile içinde, toplumsal kent bileşeninde; AVM içerisinde, hastanede ve okuldaki sorumluluğu anlamına geliyor. Bulunduğu mekana göre sorumluluklar da değişkenlik gösteriyor. Bu konularda farkındalığı arttırmak gerektiğini düşünüyorum. Herkes üzerine düşen sorumlulukları üzerine almalıdır. Hazırlık için… Biz birlikte çalışma noktasında bir kültür geliştiremezsek hazır olmadığımızı görürüz. 


BUSE KUŞCU: Eskişehir’de olası bir depremin etkilerini azaltmak adına hangi yapısal ve yapısal olmayan önlemler öncelikli olarak alınmalıdır?

MUAMMER TÜN: Burada yine bizim kırılganlıklarımız nerelerde? Olası bir yakın kaynak veya uzak kaynak… Uzak bir İstanbul depreminden etkilenen Eskişehir var. Bunlar farklılık gösterebilir ama nihayetinde bu depremden etkilenecek olan en başta konutlarımız. Burada topluma şu soruyu sormak lazım... Acaba kaç kişi içinde yaşadığı binaya güveniyor?  Büyük bir depremde yıkılmayacağına inanıyor? Şahsen ben kendim cevap vereyim bu soruya. Emek mahallesinde 4 katlı bir binada oturan bir kişi olarak, yeni bir bina olmasına rağmen o binanın ayakta kalacağına gönül rahatlığıyla ‘bu bina yıkılmaz’ diyemiyorum. En ufak bir sarsıntıda ‘acaba yıkılır mı?’ korkusu yaşıyorum. Çünkü yıkılan binaları gözümüzün önünde görüyoruz. O yüzden hazırlık sürecinde özellikle binalarımız mevcut yapı stoku depreme ne kadar dayanıklı sorusuna birlikte cevap aramalıyız. Tamam, kentsel dönüşüm var ama ben kentsel dönüşüm konusunda bir vatandaş olarak hakim olamam, bilemem. Bir defa bu benim korkum giderilmeli. Ufak bir sarsıntıda korkuya ve paniğe kapılıyorum. Daha büyük bir sarsıntı yaşasaydık eminim İstanbul’daki kişiler gibi ben çocuklarımla o geceyi dışarıda geçirmeyi tercih edebilirdim arabamda veya bir çadırda. Biz o korkuyu o derece yaşamadık ama yaşasaydık ben o eve giremezdim. Bende eve giremezdim çünkü evin yıkılmayacağından emin değilim. 

İletişim altyapısı, ilk başta refleksimiz tabi ki birilerine, yakınlarımıza ulaşmak. İletişim sürecinde belli bir kapasite var. Eskişehir’de aynı anda arama yapma miktarı kaç kişiye imkan sağlıyor? 100 kişi mi 1000 kişi mi? Bu 1000 kişinin üzerine çıktığında veya 100 bin kişinin üzerine 100 bin birinci kişi arayamayacaktır. Bu kırılganlık aşamamız ne? Bunları bilmemiz gerekiyor. Buna göre çözümler geliştirmemiz gerekiyor. Ulaştırma hizmetlerine baktığımızda hemen araçlarımıza bineceğiz ve yola çıkacağız. Acaba Eskişehir’deki ulaştırma altyapısı, bu sadece karayolu anlamında değil hava yolu, kara yolu, demiryolu taşımacılığında olası deprem afeti koşullarında bunların kırılganlıkları ne? Bunları tartışmak lazım… Enerji başlığında, büyük bir afete maruz kalan doğalgaz altyapısı ve elektrik enerjisi altyapısı ne ölçüde etkilenecek? Etkilendiği takdirde afet öncesi koşulları ne kadar zamanda bu altyapıyı afet öncesi koşullarını yeniden getirebiliriz? Bir de temiz ve atık su altyapısı bu depreme karşı ne kadar dirençli? Temiz su kaynakları kullanılamaz hale gelirse tekrar yeniden kullanılabilir hale ne zaman gelir? Temiz suyun yanında atık su süreci de var. Onun altyapısı zarar görürse, temiz su kaynağı ile atık su kaynağı birbirine karışırsa bu kullanılmaz hale gelir. Bu gibi konularda direnç dediğimiz şey ne ölçüde? Eğitim ve sağlık hizmetleri süreçlerinde, okullar çok kritik bir öneme sahip. Okullar hizmetlerin devamlılığı açısından lojistik merkeze dönüşüyor. Olay sadece binanın yıkılması değil, iletişim, ulaştırma, eğitim, enerji, su, temiz su, atık su, sağlık gibi birçok hizmet alanlarında mevcut kent olarak kapasitemizi dirençlilik anlamında ortaya koymamız gerektiğini söyleyebilirim. Bunlara cevap bulduğumuz da zaten biz büyük bir olası afete Eskişehir kenti olarak gönül rahatlığıyla söyleriz, hazır olacağız. 

BUSE KUŞCU: Bilinçli bir toplumun nasıl olması gerektiğinden bahsetmiştiniz ancak şunu da sormak istiyorum. Eskişehir halkı bilinçli bir toplum mudur? 

MUAMMER TÜN: Bu konuda farkındalıklarımızın bilinçteki düzeyini çok kullanmak istemiyorum. Yani bilinçsiz bir toplum, bilgisi zayıf toplum o ifadeler çok yanlış olur. 

Farkındalığımızı maruz kalacağımız tehlikelere karşı nasıl tepki vereceğimizi ve ne yapmamız gerektiği konusunda ortaya koyabiliriz. Olası koşullara uyum sağlayacak bilgi ve beceriye sahip toplum var ortada. Ama farkındalık yok. Farkındalıkla başlar bu tür işler. Hangi tehlikeye maruz kalacağız, hangi tehlikeye maruz kaldığımızda biz birey olarak ne yapmamız gerekiyor? Bu konuda farkındalığımız olursa biz bu tehlikelere afete dönüştüğü noktalarda panik yapmayız, korku yaşamayız. Bu farkındalığı arttırmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal farkındalığın arttırılması gerekir. 

BUSE KUŞCU: Deprem erken uyarı sistemleri konusunda Eskişehir özelinde bir uygulama ya da planlama mevcut mu? Ya da ne gibi bir ilerleme kaydedilmelidir bu konuda? 

MUAMMER TÜN: Erken uyarı sistemleri derken depremi önceden haber veren sistem dünya üzerinde yok. Burada da o karıştırılıyor. Depremi önceden bilmek mi? Hayır... İstanbul depremi Marmara Denizi’nde meydana geldiğinde, oradaki deprem dalgalarının Eskişehir’e ulaşması için ortalama 15-20 saniyelik süre geçmesi gerekiyor. Bu doğanın kanunu. İşte bu 15-20 saniye acil uyarı demek belki erken ve acil uyarı sistemi demek daha makul olur. Bu tür sistemlerin kullanılması gerektiğini, endüstriyel üretim süreçlerinde, sanayi tesislerinde, elektrik enerjisi dağıtım altyapısında, doğalgaz dağıtım ve kullanım altyapısında bu tür sistemlere başvurulması gerektiğini düşünüyorum. Buna yönelik tahmin ediyorum bireysel anlamda ya da lokal anlamda çözümler geliştirilmiştir ancak ama toplum tarafında bunun çıktısı ve etkisi ne olacak ben birey olarak bu sistemden nasıl faydalanabilirim, bana faydası ne olacak o konularda eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Belki bu sistemlerin birazcık daha kapsayıcı, sürdürülebilir, uygulanabilirliği noktasında çözümler geliştirilmeli. Acil uyarı, erken ve acil uyarı sistemleri noktasında bu biraz önce saydığım bileşenlerde sanayi, enerji, ulaştırma gibi süreçlerde kullanılabilecek ileri teknolojilerden faydalanılmalı. Ben istenilen düzeyde olduğunu düşünmüyorum. 

BUSE KUŞCU: Jeofizik mühendisliği bölümünde doktara yapmıştınız. Yer bilimleri alanında çalışan bir akademisyen olarak, merkezi ve yönetimlerle iş birliği yaparken karşılaştığınız zorluklar var mı? 

MUAMMER TÜN: Evet, yer bilimleri alanında çalışmalarım var çok doğru. Fakat afet yönetim sürecinde kuşkusuz birlikte çalışmamız gerekiyor. Yer bilimciler, hukuk bilimciler, eğitim bilimciler, sağlık bilimciler yani aklınıza gelebilecek her türlü bilim, burada birlikte çalışma noktasında ülke olarak çok başarılı olamadığımızı net bir şekilde söyleyebilirim. En büyük zorlukları da bu süreçlerde yaşıyoruz. Afet olgusu karşısında da tek seçeneğimiz var. Birlikte çalışmak. Birlikte çalışmayı başaramadığımız hiçbir süreçte maalesef başarısızlık sonucu olacaktır. Burada epey bir zorlukla karşılaşıyoruz. Hem yerelde hem ülke düzeyinde farklı meslek alanlarında kişilerin birlikte bir araya gelerek bu probleme çözüm arama çabası kıymetli. Çünkü bazen depremde yer bilimciler öne çıkıyor ama bir depremin psikososyal boyutu var. Depremlerde bakın ilk eğitime ara veriliyor. Mesela pandemide gördük eğitime ara verildiğini. Pandemi, sağlık sistemini daha çok etkiledi. Deprem enerji altyapısını, doğalgaz, elektrik altyapısını etkilerken yangın doğa ekosistemini, ekolojik dengeyi etkiliyor. Tehlikeye göre birçok faktör var. O yüzden tüm tehlikeleri, tüm ekosistemleri, tüm altyapı ile birlikte ele almamız gerekiyorsa; iletişimcilerden, basın mensuplarından, mühendislerden, sosyal bilimcilerden, sağlık, eğitim gibi herkesin bir araya gelerek bütünleşik olarak konuyu ele alıp tartışması gerekiyor. Burada biz ülke olarak kapasiteyi acilen geliştirmeliyiz. Ben en büyük zorluğun burada olduğunu düşünüyorum. 

BUSE KUŞCU: Son olarak bir şey eklemek ister misiniz?

MUAMMER TÜN: Biz bir bölgeyi imara açarken, yerleşim kararı alırken ilk raporumuz; imara esas jeolojik ve jeoteknik etüt raporudur. Ben bunun yetersiz olduğu kanaatindeyim. Neden? Ne dedim biraz önce, farklı meslek alanlarında çıktılar önemli. İmara esas jeolojik ve jeoteknik dediğinizde doğrudan bir defa zaten yer bilimsel açıda gidiyor süreç. Ama bunun içinde bakın iklim bilimci olmalı mı sizce mesela? İklim krizi önümüzde mesela, kuraklık…Bir yerin yerleşime uygunluğunu değerlendirirken; iklim bilimcisinden, yer bilimcisinden, inşaat mühendisinden yani aklınıza gelebilecek psikososyal alanda sosyologlara her alana ihtiyaç var ve her alanda eşit ölçüde ihtiyaç var. O yüzden bir imara esas jeolojik ve jeoteknik etüt raporundan yola çıkarak böyle bir şeyi yapılaşmaya, kentleşmeye açma süreci değil de yerleşime uygunluk desek biz buna sanki daha doğru bir yaklaşımla yol alacağız diye düşünüyorum. Çünkü yerleşime uygunluk etüt raporu dediğimizde onun içerisine her meslek alanı girer. Ben bu hususun kritik olduğunu değerlendiriyorum.